Hayde Gidelum Bisiklet Turu 4.Gün ( Verçenik – Elevit )

Bu bölüm için Elevit ile ilgili çok güzel bir müzik seçtim arkadaşlar… 🙂

http://www.youtube.com/watch?v=YyHRFF6jNTk

27 Temmuz 2011

Verçenik Yaylasından günaydın arkadaşlar,

Verçenik’te ikinci sabaha uyanıyoruz. O kadar huzurluyum ki ne kadar anlatsam sanırım o duyguyu yaşatamam sizlere. Bunun üzüntüsü ile devam edeceğim yazmaya. Çadırımızın kapısını açtığımızda karşımızda ki manzara karşımızda. Emre Abinin çadırı ve karadenizin dağları. Güneş henüz doğuyor, dağın başından aşağıya doğru inecek.

Üşüyoruz, içimizin ısınmasını, güneşin bir an önce bize dokunmasını istiyoruz. O nedenle pek toplanmaya da niyetimiz yok.

Karşıda Verçenik Dağının zirvesi, yamacında bizim çadırlarımız. Bakın şu güzelliğe arkadaşlar. Çok yavaş hareket ederek toplanmaya başlıyoruz. Acelemiz yok, Çatköy’e kadar nasıl olsa ineceğiz. İneceğiz inmesine ama, bu inişlerde en az çıkış kadar zor oluyor. Zemin berbat, hız yapılamıyor.  V-frenli bir bisiklet var ise sık sık durup jantları soğutmak gerekiyor.

Bu arada dün akşam yaylada ki bir evin misafirliğine gittiğimizde kendini emen bir inekten bahsedilmişti. Keşke kendini emdiği anda fotoğrafını çekebilsek diye konuşurken bu sabah karşımıza çıkmasın mı? Hemde gözümüzün önünde emmeye başladı kendi kendini. 🙂 Sahibi bunu bayramda satacağım, bana kârı yok zararı var diyordu. 🙂

Isınma çabaları ile birlikte çadırlarımızı topluyoruz ve yavaştan yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Yaylada ki keçiler, koyunlar sabahın erken saatinde yaylanın yukarılarına otlamaya gidiyorlar. Bizde bu sırada tam sürülerin ortasında kalıyoruz.

Yayladan ayrılmadan önce pansiyon olarak işletilen yere gidip kahvaltı için çayınız bulunur mu diye soruyoruz. Aldığımız olumlu cevap ile bisikletlerimizi yola koyup kahvaltılıklarımız ile çay içmeye gidiyoruz. Tabi muhlama da yaptıklarını öğrenince hemen üçümüz için sipariş ediyoruz. Bir süre sonra geliyor gelmesine ama o kadar çok ki bizim onu bitirmemiz mümkün değil. Ayrıca tam kıvamında ve güzel yapılmamış. Sonuç olarak yiyemiyoruz ve öylece kalıyor. Birkaç bardak çay, peynir ve zeytin ile karnımızı doyuruyoruz. İş hesap ödemeye geliyor. Buyrun Kevser hanım. 🙂 25 TL hesap geliyor. 🙂 Gûya 3 kişilik, bana kalırsa 6 kişilik muhlama ve 2’şer çay hesabı buymuş. 🙂 Yine kazıklanıyoruz, hata bizde tabi. Oturmadan önce pazarlık yapmak gerekiyor.

Kevser’in pazarlığı ile 20 TL verip isyanımızı da yapıp oradan ayrılıyoruz. Bu sırada dereden tutulan, ki tutulması yasak olan “Kırmızı Benekli Alabalık”ları çeşmenin başında görüyoruz. Yapacak birşey yok, kimi kime şikayet edeceksin ki? 🙂

Verçenik Dağının gölgesinden kurtulup yolumuza koyulma vakti geliyor. Bu arada dün akşam üzeri yaylanın hemen girişinde bulunan köprüden bir “ayı” geçmiş. Köpekler kovalamış, yaylaya kadar gelmiş hergele. 🙂 Görmeyi çok isterdim ama maalesef göremedik.

Vadinin muhteşemliğinde kendimizi kaybederek inişe geçiyoruz. Yavaşız, bir o kadar mutlu. 🙂 Çatköy’e kadar pedal çevirmeyeceğiz neredeyse. Bende disc, Emre Abide disc, bir tek Kevser’de V-fren var. Arada onun jantlarını soğutarak devam edeceğiz. Kevser, daha önce ki yıllarda bu yüzden iki defa lastik yakmış, o nedenle bu defa çok daha temkinli.

Vadinin içinde kaybolacağız…

Kask kamerasını taktık ve kontrollü olarak inişe geçtik. Kevser geliyor ve yanımızdan geçiyor. Ama pıss pıss diye bir ses duyuyoruz. Hemen durduruyoruz ve durması ile birlikte lastiğinin patladığını görüyoruz.

Dakika bir, gol bir. 🙂 Daha yola çıkalı bir km bile olmadı ve ilk patlağımızı verdik. Yol çok taşlı ki muhtemelen bir taş lastiğine battı ve patlattı. Hiç vakit kaybetmeden hep bir elden lastiği yapıyoruz.

Lastik molasının ardından güzelim inişe devam ediyoruz. Dağdan gelen su ile yoldaşımı çekiyoruz.

Aynı manzara da Kevser yoldaşı ile birlikte…

Doğu Karadeniz çiçekleri, gelincikler… Muhakkak birçok yerde var bu çiçekler. Ama bu yaylalarda çok daha güzeller.

Verçenik Dağının zirvesini son kez görüyoruz. Gözden kaybetmeden önce son bir kez daha fotoğrafını çekiyoruz.

İnek arkadaş yolun tam ortasında durmuş, ne ileri gidiyor ne geri. Çekilmesini beklesek de başarılı olamıyoruz ve arkasından önünden geçerek devam ediyoruz.

Böyle adı gibi mal mal bize bakıyor. 🙂

Sıraköy ve Ortaköy göründüler. Yolumuz da emin pedallarla ilerliyoruz.

Bu güzelliklerde fotoğraf çekilmeyip de, nerede çekileceğiz ki? 🙂

Kevser ve Emre Abi…

Foto-mola biter, yola devam dostlar…

Sıraköy’ün yamacında ki yoldan yolumuza devam ediyoruz. Verçenik’e gelirken buraya kadar otostop ile gelmiştik. Şimdi bu geldiğimiz yolu bisikletlerimiz ile döneceğiz. Çok güzel bir manzara bizi bekliyor.

İn, in ,in… 🙂

Ak, ak, ak… 🙂

Sıraköy’den Ortaköy’e doğru iniş ile devam ediyoruz yolumuza.

Ortaköy’ü de geride bırakıyoruz ve Çatköy’e doğru 7 km’lik inişe başlıyoruz. Yolun zemini gerçekten çok kötü. Bazen bir tarafımız uçurum oluyor, o nedenle çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bir birimizi hiç gözden kaybetmeden devam ediyoruz inişe.

Ara sıra karşımıza çıkan yol kavşaklarından doğruluğundan emin olduğumuz yönde devam ediyoruz.

Yavaş yavaş… 🙂 Lastikler patlamasın…

Haydi yoldaşlar, düşelim yollara… 🙂 Kaybolalım bu güzel manzarada… Biraz yukarıda ağaçlardan eser yok iken, artık ağaçlar ile çevrili  coğrafya da buluyoruz kendimizi.

Arada sırada verdiğimiz fotoğraf molalarında birbirimizi bekliyoruz ve sonra yine hep birlikte devam ediyoruz yolumuza.

Böyle güzellikleri görüp durmadan, seyretmeden gitmek olur mu? Niye geldik ki biz buralara? Bu güzellikler görmek ve buraları yaşamak için. Sonrasında sizlerle paylaşmayı da düşündüğümüz için bol bol fotoğraflıyoruz tabi.

Dağ üzerimize düşmese bari. 🙂

Bu güzel manzara da Emre Abi objektif karşısında…

Kevser ise bir şelalenin başında…

Bu kelebeklerden o kadar çok ki, bisikletimize, üzerimize, her yerlere konuyorlar. Bir tanesini ayakkabımda iken yakalıyorum. Fotoğrafını yakalıyorum tabi, kendisini değil. 🙂

İnişe devam ediyoruz, Çatköy’de mola vereceğiz. Oraya kadar durmadan (tabi fotoğraf çekimi dışında) devam ediyoruz.

Yine güzel bir manzarayı ölümsüzleştirirken araya kendimizi de sıkıştırıyoruz.

Sevgili yoldaşım da bu karede yerini alıyor. Arka lastiğin bir jant teli olmadan devam ediyoruz yola. Turun ilk günü kırılmıştı, rubleyi sökemediğimiz için yedeğini takamadık. Bu şekilde sorunsuzca, hafif bir akort bozulması ile devam ediyorum.

Fırtına Deresini oluşturan kollardan birisi de bu dere oluyor. Çatköy’de Elevit’ten gelen dereler ile buluştuktan sonra Fırtına oluyor…

Kanyon gibi bir yerde gidiyoruz.

Yine üzerimize akan bir şelale… Durup bir yudum suyunu içip devam ediyorum.

Mutluyuz ve özgürüz be arkadaş… 🙂

Çatköy’e vardık. Hava çok sıcak, epey rakım indik. Sabah kalktığımızda üşüyen vücudumuz şimdi ise terliyor. Karadeniz ne değişik birşeysin böyle. Aşağın bir başka, yukarın bir başka…

Çatköy’de çay, su, maden suyu vs vs tüketiyoruz ve epey dinleniyoruz. Öğle sıcağının gitmesini bekliyoruz. Çünkü buradan sonra 8 km kadar Elevit’e tırmanışa geçeceğiz. Bekledikçe bekliyoruz ama bir yandan da vakit geçiyor. Akşama kalmamamız gerekiyor. 8 km tırmanış molalar ile birlikte en az 3-4 saat sürer.

Bu sırada bir tane 24 plakalı bir pikap geliyor. Benim memleket olduğu için gidip hemen tanışıyorum. Abimiz Erzincan’lı değil ama orada çalışıyormuş. Yanımıza geliyor ve çay ikram ediyoruz. Biraz muhabbet ediyoruz. Elevit’li olduğunu söylüyor, biz de o yana gidiyoruz diyoruz. Bir süre muhabbet ettikten sonra ayrılıyor.

Saat 14:30 gibi Kevser’i  zar zor ikna ediyorum ve yola çıkıyoruz. Tabi daha ilk kmlerde başlıyoruz terlemeye. Kan ter içinde devam ediyoruz yolumuza.

Taşkemer köprüyü fotoğraflayıp devam ediyoruz…

Karadenizin güzellikleri yine karşımızda uzanıyor…

Ağaçlar ile çevrili yolda bulduğumuz gölgelikleri hiç es geçmiyoruz. Hemen hepsinde kısa bir mola veriyoruz. Sıcak giderek daha da bir rahatsız ediyor.

Ağaçlar arasından gördüğümüz manzara uzun uzun seyre değer.

Saatte 3-5 km arasında seyrediyoruz. Kasklarımızı da çıkardık, çok bunaltıyor. Sıcak zaten, o iyice mahvediyor.

Yine bir gölgelikte molaya duruyoruz. Ben makine elimde çevreyi fotoğraflıyorum. Saatimiz 16:00, havanın kararmasına henüz 3 saat var. O nedenle yavaş yavaş hareket ediyoruz.

Kevser’de dinlenirken fotoğraf çekiyor. Karşısına çıkan sümüklü böcek… 🙂

Mola biraz daha uzayınca sıkıntıdan şekilden şekile giriyorum. 🙂

Diğer yol arkadaşlarım Emre Abi ve Kevser’de aynı şekilde dinlenmedeler…

Molamızın ardından tekrar yoldayız. Çık Allah çık, oysa ki güne inerek başlamıştık. Şimdi ise çıkıyoruz, hemde epey çıkıyoruz. Bulutlara gidiyoruz, gökyüzüne doğru sanki. 🙂

Dere yanımızdan akıp gidiyor, tabi ters yöne. Ne kadar güzel bir manzara ama bir o kadar da sinir bozucu. 🙂 Keşke onunla aynı yöne gitseydik. 🙂

Yorulunca bisikleti taşıma işlemi başlıyor. Buraya kadar o seni taşıdı Kevsercan, şimdi sıra sende. 🙂

Buradan sonra ben Elevit’e doğru ayrılıyorum arkadaşlardan. Elevit köyüne 2-3 km kadar birşey kaldı. Bir an önce gidip arkadaşlarımı orada bekleyeceğim. Yol kenarında ki yeşilliklerde bulduğumuz dağ çileklerinin tadı çok güzeldi. Ama çok azdı, keşke daha çok olsaydı.

Sis, yerel adı ile duman geliyor. İçinde kalmadan Elevit’e varabilsek bari.

Ben Elevit’e doğru giderken Emre Abi ve Kevser’de yavaş yavaş geliyorlar. Tabi ben gibi onlarda güzel manzaraları değerlendiriyorlar.

Çeşme başında durup elimi yüzümü bir güzel yıkıyorum. Hatta başımı da yıkıyorum. İyice serinliyorum, yoksa gidilecek gibi değil.

Benden sonra Kevser ve Emre Abide aynı çeşmede mola vermişler. Buradan geçipte, durmamak olmazdı zaten. Gürül gürül soğuk su insanı kendine getiriyor.

Elevit göründü, ihtişamlı dağın yamacına kurulmuş köyün minaresi ilk görünenler arasında. Ne kadar huzurlu bir yer burası. Yaşamalıyım ben, nereyi istiyor isem orada. Sıkılırsam gitmeliyim, göçebe olmalıyım… 🙂

Elevite’e hoşgeldiniz… 🙂 Rakım: 1800 metre, Nüfus: Belirsiz… 🙂

Burada bu aile ile kısa bir muhabbet ediyorum. Yalnız mı geldin diyorlar, yok arkadaşlarım arkadalar diyorum. Nasıl geldiniz, nereye gideceksiniz gibi klasik sorulardan sonra Elevit’in merkezine doğru gidiyorum.

Köyün girişinde iken yukarıdan bağırarak beni çağıran amcanın yanına gidiyorum. Beni çağıran amca “Yok yok Bakkaliyesi”nin sahibi Ziya Bekiroğlu. Ziya Amca bir nevi Elevit’in simgesi olmuş. Buraya gelen her basın mensubu Ziya Amca ile röportaj yapmış. Bende oturup arkadaşlarımı burada bekliyorum ve Ziya amca ile muhabbete başlıyorum. Nasıl geldiniz buraya, bununla diyor bisikleti göstererek. Bende cevabımı veriyorum tabi. – İnsan isteyince neyi yapamaz ki Ziya Amca? 🙂

Bir süre bekledikten sonra Kevser ve Emre Abi ufukta beliriyorlar. Yanımıza kadar geldikten sonra soğuk birşeyler içiyoruz ve dinleniyoruz. Burada nerede kalacağımıza karar veriyoruz. Bir tane otel var, kamp ise istediğimiz yere kurabiliriz. Ama iki gündür kampta olduğumuz için ve çok terlediğimiz için otelde kalmayı tercih ediyoruz. Sora sora oteli bulmaya çalışıyoruz. Bu sırada ise Elevit’in evlerini fotoğraflıyoruz.

Otele doğru gidiyoruz…

Sis iyice çöktü Elevit’in üstüne, çok geçmeden iyice kapatacak. 🙂 Tipik bir Karadeniz manzarası, çok sevdiğimiz ve özlediğimiz bir manzara. Ama gel gelelim nemden her yerimiz yapış yapış oluyor. 🙂

Evet günün bombası… 🙂 Bildiğimiz Tuvaletin ne kadar da ismi varmış. Abimiz sağ olsun hepsini yazmış. 🙂 Anlayan anladığını okusun…

Abdesthane, Kademhane, Ayak Yolu, Kenef, 100 Numara, Hela, Toilet, Tuvalet, WC 🙂

Otele doğru gidiyoruz ve artık sisin içindeyiz. Bir an önce otele yerleşip duş almak istiyoruz.

Son çıkıştayız, karşımız otel… 🙂

Evet vardık artık otele, girip sahibi ile pazarlığa oturuyoruz. Sıkı bir pazarlıktan sonra kalabiliyoruz burada. Bisikletlerimize dışarıda yer yapıyoruz ve kıyafetlerimizi alıp odalara çıkıyoruz. Sıra ile ortak olan duşu kullanıyoruz. Sıcak su var ve günün yorgunluğunu atıyoruz. Dünya varmış be arkadaş…

Akşam yemeği için bütün nevalemizi hazırlıyoruz. Çorba ve makarna yapacağız. Sağ olsun işletmeci abimiz otelin mutfağını kullanmamıza izin veriyor. Bizde bu durumdan memnun oluyoruz ve yemeğimizi yapıyoruz.

Karnımızı bir güzel doyurduktan sonra abimizin demlediği çayı doyasıya içiyoruz. Dışarısı duman, içerisi sıcak ve muhteşem… Çayımızın yanında un haline dönüşmüş bisküviden yeme çabası da var. 🙂

Muhteşem bir günü geride bırakıyoruz. Son kmler biraz zor olsa da, finali çok güzel oluyor. O nedenle herşeye bedel…

Yarın yeni maceralar bizi bekler, fazla gecikmeden yatalım en iyisi… 😉

Gün Toplam Km: 24,84 | Ort. Hız: 8,6 | Max. Hız: 31,5 | Bisiklet Kullanma Süresi: 02:52:02

Tur Toplam Km: 87,30

Verçenik Yaylası – Elevit Güzergah Haritası

Sevgilerimle?

NOT: Pedalla.com imzası olmayan fotoğraflar Kevserseri ve Emre Özçelik?e aittir.

onceki-gunorta-gunsonraki-gun

Hayde Gidelum Bisiklet Turu 4.Gün ( Verçenik – Elevit )” üzerine 7 düşünce

  • 14 Ocak 2012, 21:31
    Permalink

    Eline sağlık Serkan. 5. günü sabırsızlıkla bekliyorum.

  • 16 Ocak 2012, 00:22
    Permalink

    O yollardan inmek neredeyse çıkmak kadar zordur. Frenleri sıkmaktan parmakların uyuşur, avuç içlerin ağrır.
    Kırmızı benekli alabalıkları Ayderde alenen satıyorlardı. Pişirme imkanımız olmadığı için merak etmeme rağmen alamadım.
    Dağın güney yamacının henüz yeteri kadar turizmle tanışmadığı için insani değerlerin daha güçlü olduğunu görmüştüm. Yusufelinden Yaylalara gelirken Barhal köyünde Barhal pansiyona çay sorduk. İşletme sahibinin hanımı 15 dakika beklerseniz demlerim dedi. Çayları içip demliği boşalttık. Borcumuz ne diye sorduğumuzda ikramımız dedi. Mahçup olup zorla 5 TL verdik. Barhalda ve Yaylalarda sabah kahvaltısı, akşam yemeği ve yatak fiyatı 50 TL idi biz 20 TL ye pansiyonda kalıp yemeğimizi kendimiz yaptık. Sabah bayram olduğundan bizi açık büfe kahvaltı ikramında bulundular. Ayderde Kuşpuni pansiyonda sabah kahvaltısı ve yatak için 60 TL ödedik. Benim tercihim güneyden yana.

  • 16 Ocak 2012, 14:37
    Permalink

    Serkan,

    ellerine sağlık, teşekkür ederiz.

    mutlaka gideceğim o taraflara…

    devamını da bekleriz.

    kendine iyi bak..

    işlerinde kolaylıklar dilerim….

  • 16 Ocak 2012, 22:11
    Permalink

    ya kardeş…okuyalım mı….bakalım mı…hepsi güzel hepsi…tşk.ler

  • 18 Ocak 2012, 09:19
    Permalink

    Çok teşekkür ederim Emre Abi…

    Merhaba Orhan Abicim,
    Öncelikle yorumun için teşekkürler. Çok doğru bir tespit seninkisi, birde şu var ki turizmin girdiği yerde insanlıkta bitiyor. Herşey para ve çıkar oluyor. Bu nedenledir ki popüler olan yerler değilde, daha bilinmeyen yerleri gezmeyi tercih ederim.

    Merhaba Tufan,
    Devamı da gelecek, bu güzel coğrafyalarda soluk almak çok güzel. Gidince anlayacaksınız…

    Semih Hocam teşekkürler, takibe devam. Daha ne fotoğraflar var. 🙂

    Sevgiler…

  • 15 Şubat 2013, 17:33
    Permalink

    Harika yerler ne mutlu sizlere Allah bizlerede nasip etsin. Sağlıklı pedaller.

  • 05 Ocak 2014, 00:14
    Permalink

    Orhan hocam mahçup olduğunuz için 5TL vermişsiniz çok vermişsiniz iyi ki bana borcunuz var demedin adamlara be kardeşim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.