Sevgili arkadaşlar,
Sizden ricam; Lütfen aşağıda ki müzik ile birlikte okuyup, izleyin bu sunumu… Yazdıklarımı biraz daha iyi anlayacak ve içinde hissedeceksiniz kendinizi…
http://www.youtube.com/watch?v=vmTv51n44ZY
24 Temmuz 2011
Saat sabah 6:30 gibi 14,5 saatlik yolculuk sonrasında Ardeşen otogarına iniyoruz. Hepimizin gözlerinde bir uykusuzluk ve şişlik var. Ayılmamız pek uzun sürmüyor zaten, otobüsten bavulları diğer bölmeye nakil ettikten sonra ulaşıyoruz bisikletlerimize. Sonra ise dikkatli bir şekilde indiriyoruz bisikletlerimizi. Elimizi yüzümüzü firmanın yazıhanesinde yıkadıktan sonra bisikletlerimizi toplamaya başlıyoruz.
Artık Karadeniz’deyiz, her an yağmur yağabilir. O nedenle hazırlıklarımızı yapıyoruz yola çıkmadan önce. Olası bir durumda birkaç dakika içinde yağmurdan korunacak hale bürüneceğiz. Şu sahil kesiminden bir an önce kaçmalıyız, nem ve yağmur bu bölgede her an üzerimizde.
Ardeşen ilçesinde Kevser’lerin daha önce kahvaltı yaptığı yeri arıyoruz. Poğaçaları çok güzelmiş, kahvaltı yapmadan yola çıkmayalım ama değil mi? Hayat mı, hayal mi isminin ne olduğunu bir türlü hatırlayamıyor Kevser, ama biz azmedip araştırıyoz ve nihayetinde Hayal Pastanesini buluyoruz.
İçeriye gidip karnımızı doyurana kadar yiyoruz poğaçalarımızı ve yudumluyoruz tavşan kanı çaylarımızı. Buradan ayrılmadan önce kasa oluşturuyoruz. Bu konuda en adil isim Kevser olduğu için farklı bir seçenek kalmıyor. (Tur boyunca kuruşu kuruşuna hesap tuttu helal olsun yoldaşıma.) 🙂
Kahvaltımızın ardından işletme sahibi ile birlikte hatıra fotoğrafı çekiliyoruz. İşletmeci abimiz Kevser’i geçtiğimiz yıl geldiği için tanıdı ayrıca…
Pastaneci abimizden bir tane de bizi çekmesini rica ediyoruz. 4 tur arkadaşı, yola çıkmaya hazırız artık. Bekle bizi Karadenuz Yaylaları… 🙂
İşte, turumuz boyunca şu su ve kaynakları ile birlikte hareket edeceğiz. Bu su ne mi? Muhteşem Fırtına Deresi…
Fırtına’nın üzerinden geçiyoruz usul usul. Kızdırmak olmaz, biliriz…
4 km kadar ilerledikten sonra Çamlıhemşin kavşağına geliyoruz. Bizim için tur şimdi başlıyor. Sahil yolu hepimizin bildiği gibi görsellikten uzak betonarme yapılaşmanın yoğun olduğu yer sadece. Asıl oksijen, manzara, doğa hepsi birazdan başlayacak. Karadeniz’in yaylalarına doğru yükseldikçe…
Hafiften tırmanış başladı, başlamalıydı da zaten. Hava sıcak, biraz yükselip serinlemeliyiz. Gerekirse üşümeliyiz… Temmuz’un sonlarındayız, varın sıcağı siz düşünün. Çamlıhemşim’e 20 km yolumuz var. İlk molayı orada vermeyi düşünüyoruz. Sonrasında bizi neler bekliyor bilmiyorum. Kevser daha önce geldiği için o biliyor, o nedenle sorun yok. 🙂 Kendimizi onun rehberliğine bırakıyoruz. Emre Yakut’ta daha önce gelmişti buralara, o da pek yabancı sayılmaz.
Ama Emre Özçelik ve ben yeni geliyoruz. O nedenle her bir noktaya iki defa bakıyorum ve inceliyorum. Hayranı olduğum coğrafyadayım nasıl olsa. Görmeden özlediğim yerlerdeyim, var mı daha ötesi?
Çay hasadının tam içinde buluyorum kendimi. Keşke bunun içinde vaktimiz olsaydı da bir gün boyunca bu dostlar ile çalışsaydık şu keyifle içtiğimiz çay tarlasında.
Kolay gelsin ülkem insanına… Bu insanları görüpte teşekkür etmemek olur mu? Her akşam evimde keyifle bardak bardak içtiğim çayın emekçileri…
Kısa bir muhabbetten sonra onlar işinin başına, bizler yolumuza dönüyoruz. Fırtına deresinin yanından yanından yukarıya doğru ilerliyoruz. Giderek yeşilliğin içine gömülüyoruz aslında…
Rize ve çevresinde üretilen Kivilerden burada görünce haberdar oluyorum. Yol kenarlarında birçok tarlasını gördüm.
Art arda ilerliyoruz bu güzel yollarda. Tabi muhabbetimizi de eksik etmiyoruz. Tutuyoruz birkaç kelimenin yakasını…
Merakla beklediğim taş köprülerden ilki çıkıyor karşımıza. Timisvat Osmanlı Taşkemer Köprü…
Durup fotoğraf çekmeye başlıyoruz, karşısından çekmekle yetinmeyip üzerinde gidiyoruz.
Ne kadar da mutluyuz… Şimdi Karadeniz de olduğumu bir kez daha anlıyorum. Daha kaç defa anlayacağımı bilmeden. 🙂
Emre Özçelik abim ile birlikte Timisvat Köprüsü üzerindeyiz…
Çeşitli şekillerde fotoğrafladığımız, fotoğraflandığımız köprüyü geride bırakıp yola çıkmak üzere bisikletlerimizin yanına gidiyoruz. Caminin çeşmesinden sularımızı tazeliyoruz ve koyuluyoruz yolumuza.
Biz yukarılara çıktıkça çay toplayan insanlarda sırtlarına yükledikleri çaylar ile birlikte aşağıya iniyorlar.
Şimdilik yolumuz çok güzel, kaymak asfaltta pedal çeviriyoruz. Hızımız beklenenden daha güzel…
Çamlıhemşin ilçesinin girişinde duruyoruz. Emre Yakut ile geldik Kevser ve Emre Özçelik’i bekliyoruz. Fotoğraf çekmek için durmuşlar ve çok geçmeden onlarda geliyorlar. Gelirlerken bende sarılıyorum makineye…
Çamlıhemşin hatırası olmadan gitmem arkadaş. Ben ki tabela manyağı olarak. 🙂 Koleksiyonuma bir parça daha eklemiş oluyorum bu sayede. Zaten bu turda gördüğümüzde, göreceğimiz de bir tane ilçe. 🙂 Buradan sonra ki yerleşim yerleri köy ve yaylalar olacak.
Çamlıhemşin merkeze 10:20 gibi varıyoruz. Burada biraz mola vereceğiz. Hem yemek yiyeceğiz, hem de yakınlarımıza telefon edeceğiz. Buradan sonra telefonlar pek çekmeyecek çünkü. Bunun haberini verdikten sonra içimiz rahat bir şekilde yaylalarda vakit geçireceğiz. Sadece kendi başımıza kalacağız. Telefonsuz ve doğa ile baş başa bir hafta bizi bekliyor…
Ne yesek diye hemen ayaküstü düşünüyoruz ve Kevser ile birlikte Emre Özçelik alışverişe gidiyorlar. Sıcak ekmek, peynir, domates, karpuz, üzüm, salatalık… Ay Allah’ım, daha ne olsun ki… Muhteşem bir yaz sofrası. Karnımızı tıka basa doyuruyoruz. Burada mutlu olmada ne ol? 🙂 Sadece mutlu ol tabi ki… 🙂
Karnımızı doyurduk, telefon görüşmelerimizi sonlandırdık. Üstüne de çaylarımızı içtik. Artık yola çıkma vakti geldi. Ayrılmadan önce burada da hatıra fotoğrafımızı çekiliyoruz.
Elveda Çamlıhemşin, bir hafta sonra tekrar görüşmek dileği ile…
Çamlıhemşin çıkışında yolumuz ikiye ayrılıyoruz. Bir taraf Ayder Yaylasına giderken, diğer tarafta Zilkale’ye gidiyor. Çok popüler olan yerleri gezmeyi sevmiyorum ben. O tür yerlerin doğallığını bozduklarına inanıyorum. O nedenle Ayder benim ilgimi hiç çekmiyor. Ayder’i hiç görmedim, ama ondan kat kat güzel yaylalara doğru gidiyorum.
Zilkale’ye güzel bir çıkış ile 12 km yol var. Ama hiç sorun değil, nasıl olsa acelemiz yok. Akşama kadar nereye gidersek orada kalacağız.
Zemin hala asfalt, şanslıyız. Ara ara dikleşen rampalar çok uzun sürmüyor ve hemen sonrasında soluklandırıyor.
Fırtına hiç durmadan hırçınca akıyor. Ne kadar da güzel akıyor.
Hiç bir güzel manzarayı kaçırmıyoruz ve birlikte fotoğraf çekiliyoruz.
İşte beklediğim görüntü ile karşılaşıyorum. Yüreğine Sor filminde olan taş köprü bu. Hemen fotoğraf çekmek için duruyorum. Burada gözlerim doluyor, o kadar güzel ki… Filmin sahneleri geliyor aklıma…
Bu anı ölümsüzleştirmek için köprü ile birlikte bir tane daha fotoğraf çekiliyorum. Çok güzel gerçekten, kelimeler ile anlatamıyorum.
Daha fazla bekletmeyeyim arkadaşları, yola devam…
Şu manzaranın güzelliği beni benden alıyor. Burada yaşamak için nelerimi vermezdim ki? Off off… Yeşil ve doğa…
Memleketin köprüleri bir başka güzel. Saksılara dikilmiş çiçekler çok güzel görünüyor.
Günün üçüncü Taşkemer Köprüsü, 1696 yapımı Şenyuva Köprüsü.
Köprüden karşı kıyıya geçince ise aşağıda görünen evlere ulaşılıyor. İnsan burada yaşamaya doyamaz ki.
Yine köprünün üzerine çıkıyoruz ve fotoğraf için poz veriyoruz.
Üç asker tören adım ile köprüden iniyorlar. 🙂
Şenyuva Köprüsünü son kez fotoğraflayarak yolumuza tekrar geri dönüyoruz. Zilkale’ye pek yolumuz kalmadı ama buradan sonra çıkış sertleşiyor ve bir kısım topraklaşıyoruz.
Sert çıkışa geçmeden önce bulduğumuz Mastika Cafede çay molası veriyoruz. Bu sırada dinlenerek enerji topluyoruz. Önümüzde güzel bir çıkış bizi bekliyor.
Çaylarımızı yudumladıktan sonra tekrar yola çıkıyoruz. Fırtına deresinin diğer yakasına köprüden geçiyoruz. Eski köprü yıkılmış şekli ile aşağıda duruyor.
Köprüyü geçer geçmez zemin taş toprak oluyor ve rampa anında dikleşiyor. Neredeyse yükü en ağır olan Kevser alıyor bisikletini eline. Bisikletin önü şahlanıyor, lastikler olduğu yerde dönüyor. Yapacak başka birşey yok, bu yol öyle ya da böyle gidilecek. İleride bizi çok güzel manzaralar bekliyor.
Doğanın içinde bulduğumuz sebillerde mataralarımızı tazeliyoruz. Suların tadına doyum olmuyor…
Ha gayret yoldaşım, çok az kaldı… Kevserin önce ki yıllarda yapmış olduğu “Çıkarız çıkarız, olmadı itekleriz” turunu şimdi çok daha iyi anlıyorum.
Bir süre sonra zemin arnavut kaldırımına dönüyor. Toprak ve taşlı zeminde çok daha iyidir. Buradan biraz da olsa hızımız artıyor.
Daha önce ki turlarımda olduğu gibi, burada da kendimi çekme çabası. 🙂 Yolun güzelliğine bakın siz, beni boşverin…
Ardımızda kalan manzaranın güzelliği ise görülmeye değer. Hava kapanmış, belkide oraya yağmur yapıyordur.
Çıkıyoruz da çıkıyoruz, hedef Zilkale.. Çok yolumuz kalmadı, 3 bilemedin 5 km kadar birşey. Ama çıkış olduğu için bu kilometreler pek atmıyor. 🙂
Zirve olmasa da sayılabilecek bir noktada toplanmak üzere duruyoruz. Makinem elimde gelen arkadaşları çekiyorum.
Emre Yakut ile birlikte gelmiştik, sırada ki gelen Emre Özçelik… Ha gayret abicim, geldik geldik… 🙂
Tabi fotoğraf çekmek için bazen şekilden şekile girebiliyoruz. Bu anlardan birisinde Emre Abinin objektifine yakalanıyorum. Kevser gelirken onu çekmek niyetindeyim… Bakın nasıl bir kare çıkmış hemen bir aşağıda ki fotoğraf…
Rampanın ne denli dik olduğunu görüyorsunuz işte.
Bu evleri oralara nasıl inşa etmişler? Nasıl gelip gidiyorlar? Nasıl yaşıyorlar? Onlarca soru var aklımda, ama hiç birisini soramıyorum. Çok uzakta bu evler… Ama o kadar da güzel. Bu kadar uzak olduğu için mi güzel yoksa? 🙂
Evet… İşte Zilkale, çok güzel görünüyor. Geçtiğimiz yıllarda restorasyon yapılmış o nedenle böyle beyaz beyaz parlıyor yeşillikler arasında.
Birazdan yanında alacağız soluğu, öncesinde şöyle birkaç kare fotoğraf.
Giderek yaklaşıyoruz Zilkale’ye, yaklaştıkça da güzelleşiyor…
Nihayet yanındayız, hemen bisikletlerimize park alanı arıyoruz. Kale girişine bisikletlerimizi bırakıp, fotoğraf makinelerimizi alıp kaleyi gezmeye koyuluyoruz.
Buradan sonra buyrun sizi Zilkale fotoğrafları ile baş başa bırakıyorum. 🙂
Kaleden vadi fotoğrafı, aşağıda akan ise Fırtına tabi…
Hemen karşımızda başı dumanlı yüce dağlar…
Burada, Zilkale’de, bu güzel manzarada yediğimiz üzümün tadını unutmak ne mümkün…
Yine fotoğraf çekmek için yer ararken yakalanıyorum Emre Abinin objektifine. 🙂
Muhteşem vadiye karşı Kevser’i çekme çalışmaları. Yine nasıl bir kare çıkmış karşımıza hemen bir alttaki fotoğrafa bakınız…
Her ne kadar ben çektiysem de, Kevser yoldaşım da beni çekiyor.
Zilkale gezimizin ardından Zilkale köyüne doğru yola çıkıyoruz. Buradan sonra yine bir süre toprak yolda ilerliyoruz.
İşte Karadeniz insanımın espirili kişiliği.. Bu yolda radarla hız kontrolü yapılmaktadır.
Tekrar Fırtına’nın sol yamacına geçiyoruz ve arnavut kaldırımı yolda hafiften derenin akışına çıkmaya devam ediyoruz. Zilkale Pansiyon’a az bir yolumuz kaldı. Orada mola verip, birşeyler yemek istiyoruz. Çamlıhemşin’den bu yana epey tırmandık ve hala devam ediyoruz.
Fırtına’nın bir o yanındayız, bir bu yanında. 🙂 Çıkıyoruz alabildiğine… Çok güzel yeşillikler arasında pedal çeviriyoruz. Zilkale Pansiyona 3 km tabelasını gördük ama bir türlü 3 km geçmek bilmiyor. Yorulduk biraz gibi, 14,5 otobüs yolculuğundan sonra bu kadar rampa bizi kastırıyor.
Fırtına delice akmaya devam ediyor. Buralarda eğim biraz daha çok olduğu için derenin akışı da o denli hızlı…
Son düzlüğe geldik artık, Zilkale Pansiyon göründü. Birkaç bardak çay iyi gelecek bize.
Pansiyona gelir gelmez kendimizi atıyoruz bir yerlere.
Çaylarımızı içtikten sonra gözümüze kestiriyoruz burayı. Çadır kurmak için uygun yerler var. Onun için izin alabiliriz belki, yada pansiyon ne kadardır ki acaba diyoruz. Tabi kasamız Kevser iş başına düşüyor ve pansiyon ve çadır kurma konusu için gidip işletme sahibi ile konuşuyor.
Geldiğinde ise elimizde iki sonuç bulunuyordu. Oda ve akşam yemeği 30 TL, çadır kurmak ücretsiz, sadece yemek ise 10 TL… Oturup hep birlikte düşünüyoruz ve geceden de uykusuz olduğumuz için Pansiyon seçeneği ağır basıyor. Odaları tutuyoruz ama yerleşmeden önce akşam yemeğimizin siparişini veriyoruz. Menüde balık var, oy oy oy… Ama ben burada tercihimi köfteden yana kullanıyorum. Diğer arkadaşlar ise balık yiyorlar. Çok güzel salata ile birlikte karnımızı doyuruyoruz.
Akşama doğru saat 18:00 gibi odalarımıza yerleşiyoruz. Sıra ile duşumuzu alıyoruz ve kendimize geliyoruz. Günün bütün yorgunluğunu attık üzerimizden. Akşam muhabbet için tekrar aşağıya iniyoruz. Sabah sıcaktan bunaldığımız yerde, şimdi ise üşüyoruz neredeyse.
Bisküvi ve çekirdek ile demlik çay istiyoruz. Keyfe bak be… 🙂 Akşam muhteşem vakit geçiriyoruz burada… O kadar çok gülüyoruz ki, diğer kalanları rahatsız etmemek için kendimizi sıkıyoruz. Saat 23:00’e kadar sürüyor bu muhabbet. Sonrasında ise uyumak için odalarımıza çıkıyoruz. Yarın yep yeni bir gün olacak, heyecanlanmamak elde değil.
Gün Toplam Km: 44,26 | Ort. Hız: 12,5 | Max. Hız: 41,4 | Bisiklet Kullanma Süresi: 03:31:35
Tur Toplam Km: 44,26
1.Gün Harita ve Yükselti Tablosu (Ardeşen ? Zilkale); Haritayı büyütmek için lütfen üzerine tıklayınız?
Sevgilerimle…
NOT: Pedalla.com imzası olmayan fotoğraflar Kevserseri ve Emre Özçelik’e aittir.
bi solukta okudum… 🙂 muhteşem .. başka ne diyeyimki 🙂 Kullanfığın bi cümle çok hşuma gitti 🙂 Görmeden özlediğim yerlerdeyim 🙂 güzel.. Görmeden özlemek…
Yazdıklarımın her kelimesinin okunuyor olduğunu bilmek çok güzel…
Bundan sonra çok daha dikkat etmeliyim desenize. 🙂
Sağol varol Oktay Abicim…
İçimden geldiği gibi aktarıyorum sizlere, o anı yaşatabilmek için…
Sevgiler…
Serkancığım ayağına sağlık daha önce 1 kez araba ile gittiğim Zilkaleyi yeniden gördüm. O zaman onarım olduğu için kaleyi dışarıdan görmüştük. Bu yıl Trans Kaçkar dönüşünde Zilkaleye gidecektik ama sis ve yağmur nedeniyle bundan son anda vazgeçmiştim ve iyiki de vazgeçmişim. Sonrasında Ardeşen girişinde bir benzin istasyonuna kendimizi zor atmış ve adeta kova ile boşalan yağmurun dinmesini 3 saat beklemiştik. Bu yıl Zilkaleye mutlaka uğrayacağız.
Çok şanslıydık abicim bu turda. Yağmur hiç yağmadı diyebilirim. Karadenizin yağmurunu çok iyi bilirim. Daha önce Rize’de muhteşem bir yağmura tutulmuştum bende.
Zilkale’yi tekrar gidip gezmeni çok isterim. Doğasını zaten biliyorsun… 😉
Sevgiler…
Geçen yıl , tur şirketi ile oraları gezmiştim, ama sizinle görmek daha keyif verici..hadi bakalım devam….
Gidilen yerleri tekrar anımsamak bazen çok güzel oluyor Yavuz abicim…
Sevgiler…
Serkan kardeşim,
pedallayan ayaklarına, bunları yazan ellerine sağlık.
aynen devam et ,
hem gezmeye, hem yazmaya ,
bu yazılar çoğu kişiye rehberlik edecektir.
yaz, yazmaya devam et ki; bizim gibi masa başından sana yorum
yazanları yollara düşür.
bu yaz o taraflara mutlaka bir tur yapacağım inşallah.
yazının devamını sabırsızlıkla bekliyoruz.
sağlıcakla kal..
Beklediğim kadar varmış…valla müthiş…ne diyeyim…fotolar harika…hele hava muhteşem…o ne ya …size özel sanırım bu hava tarifesi…hevesle bekliyorum gerisini…
Gerçkten de harika bir tur olmuş. Türkiye de bu güzelliklerden habersiz milyonlarca insan var. Gerçekten süper güzellikler. Hayran kalmamak elde değil. Diğer günleri sabırsızlıkla bekliyorum.. 🙂
Çok teşekkür ederim Tufan Bey bu güzel yorumunuz için.
Semih Hocam, sizleri beklettiğim için çok özür dilerim. Ama anca vakit bulabiliyorum.
Sevgili Muratcım,
İyi ki habersizler, haberdar olmasınlar da zaten. Örnek; Ayder, Uzungöl… Eski hallerinden eser yok. 😉
Sevgiler…