25 Mayıs 2012
Selamlar Sevgili Arkadaşlar,
Bisikletli Yaşam Derneğinin organize ettiği ve bizlerin de katılımcı olarak yer aldığı projenin ikinci gününde sizlerle birlikteyiz. Gece soğuk olma korkusu ile uyumuştuk ama beklediğimiz gibi olmadı ve çok güzel bir gece geçirdik. Tabi çevremizde ki çadırlardan gelen horlama seslerini saymazsak. 🙂 Gece arada uyanıp uyanıp tekrar uyumak zorunda kaldım. Ama yine de çok güzel, günler sonra kampta olmak. Yoğun işler böyle şeylere pek fırsat vermiyor.
Sabah erkenden uyananların sesleri ile maalesef bizlerde uyanıyoruz ve toparlanmaya başlıyoruz. Gece biraz yağmur yağmış, bizim çadırımızın üstü kapalı olduğu için biz hiç duymadık bile. O nedenle şanslıyız, çünkü yağmuru pek sevmiyorum. 🙂 Biz toplanırken hala yatanlar, ya da çadırını toplamayanlar var. Kahvaltı henüz görünmüyor, o nedenle yavaştan alıyoruz herşeyi.
Sabah kahvaltının gelmesini beklerken üşüyoruz ve arkadaşlar ateş yakıyorlar. Hepimizde çevreden bulduğumuz çalı çırpıyı ateşe atıyoruz ve biraz daha fazla yanmasını sağlıyoruz. Ateşin etrafında hep birlikte ısınıyoruz.
Sonrasında kahvaltımız bir süre daha gecikince bizde çevrede fotoğraf çekmek için dolaşmaya çıkıyoruz. Bu kareler genelde Burdur Gölü manzaralı oluyor tabi. Sırası ile Burdur Gölünden manzaralar…
Çekilmiş ve çekilmeye devam ediyor. Yine 2008 yılında yaptığım “Kuruyan Göllerimiz” turu geliyor aklıma. Buna benzer manzaraları o zamanda çok görmüştüm. Değişen birşey var sadece, o da giderek daha fazla çekiliyor bu göller…
Aşağıda görünen kısıma dün gitmiştik. Ama bir türlü göle ulaşamadık. Kıyı kısım iğrenç ve çamurumsu, petrolümsü, pisliğimsi birşey var. 🙂 Ayaklarımız batınca hemen vazgeçiyoruz daha fazla ilerlemekten…
Çevrede ki mermer fabrikalarının beyazlıkları dağları bürümüş…
Göl manzarasında bu defa karşımda Nil var. Dün durduğu yerde kolunun üzerine düştü gözlerimizin önünde. Daha önce ki yarasının üzerine düşmesi çok daha fazla canının yanmasına sebep oldu. O nedenle şuan pansuman yapılmış şekli ile böyle geziniyor. 🙂
Neden düştü peki derseniz; insanlar boyuna uygun kadro kullanmazsa böyle oluyor. Small kadro kullanması gerekirken Medium kadro kullanıyor… Alırken kimse bilgilendirmemiş sanırım… Geçmiş olsun arkadaşım…
Nil’i çektikten sonra dayanamıyoruz ve makineyi otomatik moda alarak Fatih ile bende giriyoruz kadraja… 🙂
Bir süre buralarda vakit geçirdikten sonra kahvaltımız geliyor ve almak için kamp alanına dönüyoruz. Karnımızı güzelce doyuruyoruz. Karnımızda doydu artık yola çıkmak için hiç bir mani yok. Eşyalarımızı, taşıyacak olan araca teslim ediyoruz ve ardından yola çıkıyoruz. Turumuz hafif tırmanışlar ile başlıyor ve inişli çıkışlı olarak devam ediyor.
Sabahın serinliğinde üzerimizde hala uzun kollular var, tabi rampalarda başlayınca hararet ediyoruz. Hemen bir kenarda durup o fazlalıklardan kurtuluyoruz. Böyle daha güzel, ferah ferah… 🙂
Bugün ilk durağımız Lisinia Yaban Hayatı Rehabilitasyon Merkezi oluyor. Doğa da yaralanmış hayvanları burada tedavi ediyorlar ve sonrasında tekrar özgür hayatlarına kavuşturuyorlar. Burada kısa sayılmayacak bir sunum izliyoruz ve sonrasında rehabilitasyon merkezini gezmeye başlıyoruz.
Can kapıda bulunan kangal köpeği ile oynamak ve fotoğraf çekmek için gidiyor. Kocaman bir yaratıktı, iyi ki yemedi Can’ı… 🙂
Burası da Kanser ile ilgili bir proje için geliştirilmiş yer. Ama henüz tam olarak tamamlanmamış. Biraz daha vakti var. Bu çatılar büyükten küçüğe sıralanmış. Fatih ve Nil burada bana poz veriyorlar.
Sunum başlıyor sessizlik… 🙂
Sunumun ardından gezinti başlıyor ve karşımızda bu defa Kafkas Çoban Köpeği var. Çok büyük ve garip bir hayvan. Tüy dökme mevsiminde şuan ve çok asabi. Bu köpek cinsi %100 olarak tek evcilleştirilemeyen köpek türüymüş. Ne kadar evcil olsa da yıllar sonra sahiplerine de saldırdığı olurmuş. Biz yanına yaklaşınca hırıltısından çok korktuğumu söyleyebilirim. Hoş ona bile gerek yok, varlığı bile beni korkutuyor. 🙂 Bağlı olmasa, beni bu merkeze kimse sokamazdı… 🙂 Bu şekilde bile her an adamı ısıracak diye korktum mesela.
Rehabilitasyon merkezinde ki kuleden Burdur Gölü manzarası, hemen sağ tarafımız ise yeni fidanlık. Birçok meyveyi buraya dikmişler. Bu merkez hakkında kısa bir bilgi verecek olur isek; hibe ve destek kabul edilmiyor ve tamamen gönüllüler ile çalışılıyor. İsteyen gelip burada çalışabilir yani…
Bu da meyve fidanlarından bir kare…
Çıktığımız kulede yol arkadaşım, dostum İso’dan bir kare… Salıncak epey keyifliydi, hiç inmek istemedim. 🙂
Çeşit çeşit kuş türünün bulunduğu bu merkezde, gönüllü bir çalışanın rehberliğinde sırası ile kafesleri geziyoruz. Hayvanat bahçesinden çok farklı. Burada ki tüm kuşların bir sorunu var. Birisinin kanadı, diğerinin ayağı kırık ya da kafasında tümör var… 🙁 Bu türlerden bazıları; Şah Kartal, aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Kızıl Akbaba, Kızıl Şahin, Leylekler, Kukumav, Atmaca, Delice, Angıt ve aklıma gelmeyen birkaç tür daha…
Lisinia Yaban Hayatı Rehabilitasyon Merkezi gezimizi bitirdikten sonra öğle yemeğimizi burada afiyetle yiyoruz. Üzerine de bir bardak çay çok güzel gidiyor. Buradan ayrılmadan önce bizlere burayı ziyaret ettiğimize dair katılım belgesi veriyorlar.
Tekrar pedallar dönüyor ve kendi tempomuzda devam ediyoruz yolumuza. Burdur Gölünü yakından gören bir noktada fotoğraf çekmek ve çekilmek için tekrar duruyoruz. Bu tür turların en güzel yanı bu herhalde. Zırt bırt durmak. 🙂 Genel anlamda konuşuyorum tabi, yoksa öyle her dakika durmayı seven birisi değilim. 🙂
Gölden bir acı manzara daha…
Buradan görüldüğünde gölün karşı kıyısı ve en sol tarafı Burdur oluyor. Biz şu an gölün kuzey batısındayız. Bugün Burdur Gölünden ayrılacağız artık ve sırada ki Yarışlı gölünün manzarasında kamp kuracağız.
Çevre Orman Müdürlüğünce tabelalar dikilmiş. Yaban Hayatı Koruma Sahası, Sulak Alanı Koruma Sahası vs vs…
Yine güzel bir nokta da mola veriyoruz. Bu defa biraz ileride ki sulak alanda kuş gözlemi yapacağız. Elimizde dürbün ile Sakar Mekeleri izliyoruz bir süre. Hemen yanlarında dolaşan Bahri’yi de gözlemledik.
Karşıda ki köy çok yeşil ve güzel görünüyor. Şimdi orada olmak vardı anasını satayım. 🙂
Biz gözlemimizi yaparken arkadaşlarımızda yavaş yavaş geliyorlar.
Nil elinde fotoğraf makinesi ile buradan kuşları çekme çabasında. Bende aynı şekilde ama mesafe çok uzak. Yaban hayata müdahale etmemek için daha fazla yaklaşmakta istemiyoruz tabi ki. Bunun için birçok yöntem var ama biz şuan bu yöntemleri uygulayacak durumda değiliz. 🙂
Benim zoom’um buraya kadar yetişiyor. 🙂 Kıyıda sadece birkaç kuş seçilebiliyor, bu şekilde türlerini tahmin etmek çok zor. Bu durumda yardımımıza dürbün yetişiyor tabi. Birde Lale… 🙂 Lale bu konuda çok tecrübeli ve bütün katılımcı arkadaşlar ile bu tecrübelerini paylaşıyor.
Bu sırada hemen üzerimizde uçuşan Kızıl Şahin’i çekmeye çalışıyorum. Tabi ki tamamen amatör bir çekim ile. Yoksa bu tür bir fotoğraf için ne ekipmanım yeterli, ne de şuan hava koşulu, ne de zaman… O nedenle sadece görsellik katması için sizlerle paylaşıyorum. 🙂
Gözümüz hep hava da olacak değil ya, bu defa aşağılardan bir kare paylaşalım sizlerle. Bu da güzel ve minik bir çiçek olsun. 🙂
Bu yol muhtemelen karşıda görünen köye kadar gidiyordur. Ya da sulak alanın yanında yamacında bulunan tarlalara. Ya da her nereye gidiyorsa, şu an konumuz bu değil. Sadece bu tür nereye gittiği belli olmayan, sonu görünmeyen yolları çok seviyorum. Burası da çok güzel ve gizemli görünüyor.
Bu sırada Can’ı bir fotoğrafın peşinde iken yakalıyorum. Kim bilir bu çekimden nasıl bir kare çıktı. 🙂
Bir kısım arkadaş sulak alana biraz daha yaklaşmak için gittiler ve bu görünen tepenin üzerine çıktılar. Yanlarında dürbünler ve fotoğraf makineleri ile neler çektiler neler kim bilir. Sakar Meke dışında, uzun bacak ve birkaçta balıkçıl görmüşler ama. 🙂
Burada ki moladan sonra yolumuza devam ediyoruz ve bu defa tempomuz epey güzel. Pek durmuyoruz ta ki Düğer köyüne kadar. Bu köy Denizli – Burdur yolu üzerinde bulunuyor. Buradan sonra çıkacağımız yol burası oluyor ve diğer yola nazaran trafiği biraz daha fazla.
Burada bütün ekibin toplanmasını bekliyoruz, tabi hava da giderek kapatıyor. Ha yağdı, ha yağacak. Yağmasa daha iyi tabi ama kurtuluşumuz yok gibi. Beklerken köyden çocuklarla vakit geçiriyoruz biraz. Hoş beş muhabbet yani… 🙂
Burada çok uzun bekliyoruz ve bütün terimiz soğuyor. Yine üşümemek ve üşütmemek için uzun kolluları giyiniyoruz. Toplamda ne kadar bekledik bilmiyorum ama bir an geliyor ve yola çıkıyoruz. 🙂 İşte o sıra asıl olan oluyor. Rüzgar tam anlımızın ortasından bizi durdurmak için esiyor. Hop nereye bilader? der gibi. 🙂 Üç beş arkadaş pelaton yapma çabasında pedal çeviriyoruz. Ne kadar başarılıyız bilmiyorum ama bir şekilde ilerliyoruz.
Derken eskortumuz eşya taşıma aracının rüzgarına girmiş pedal çevirirken buluyoruz kendimizi. Ohh be olay budur… Çok geçmeden yağmur damlaları üzerimize düşmeye başlıyor. Başlıyor başlamasına ama ekipten arayı epey açtık, nasıl gelecekler bu rüzgarda ve yağmurda bilmiyorum. Ben sevmiyorum ya yağmuru, onlarda sevmiyordur diye düşünüyorum. Biz aracın arkasında yağmurdan da bir nebze yırtıyoruz.
Normal şartlarda kampımızı Yarışlı Gölünün doğu yakasında atacaktık. Ama yağan yağmurlardan dolayı orası iyice çamur olmuştur diyerek kamp alanı değiştirilmiş. Laz Fırını denilen yere geliyoruz ve burada kalacağımızı öğreniyoruz. Çok güzel bir bahçe var ve tam kamplık. Üzerimizide erik ağaçları ve sınırsız yeme imkanı ile ayrı bir güzel. 🙂
Bu arada yağmur hala yağmaya devam ediyor, daha fazla şiddetini arttırmadan kamp atmak istiyoruz. Araçtan eşyalarımızı alır almaz kurmaya başlıyoruz çadırları. Bu sırada arkadan gelen grup yolu şaşırmış normal şartlarda çadır kuracağımız tarafa doğru gitmişler. Neyse ki çok fazla gitmeden uyarılıp geriye döndürülüyorlar.
Yağan yağmur altında çadırımızı kurduk ve fırının hemen yanında bulunan odaya sığındık yağmur dinsin diye bekliyoruz. Üzerimizi değiştirmek bile istemiyoruz o derece. 🙂 Bu yağmur böyle yağmaya devam ederse gece çadırlarımızın altından sular akıp gider diye düşünerek bulduğum kürek ile kamp alanımızın üzerine bent oluşturdum. 🙂 Tabi pek işe yaramadı ve yağmurda o şiddeti ile yağmadı. 🙂
Neyse hava biraz açar gibi oldu ve herkes çadırını kurdu üzerini değişti ve mutlu bir insan profiline büründü. Akşam yemeğini beklemeye koyulduk tabi otomatikmen. Yapacak birşey yoksa yemek yenir ama değil mi? 🙂 Haaa bu arada birşey atladım. Fırına gelir gelmez taze pişmiş ekmeklerin kokusuna dayanamayıp bir ekmek alıp paylaşıyoruz. Bu kadar mı lezzetli olur saf ekmek yaw… 🙂
Vakit geçiyor ve yemeğimiz geliyor. Bir güzel karnımızı doyuruyoruz, sonrasında da Fatih Abinin Mavi İstanbul usulü içeçekleri, Nil’in ise Yeşil Köyceğiz usulu fıstıkları ile kendimize bir yer arıyoruz. 🙂 Daha öncesinden kestirdiğimiz yere gelip konuyoruz ve başlıyoruz muhabbet etmeye gecenin karanlığında. Sonrası malum… 🙂 O konudan bu konuya, her konunun da bokunu çıkartana kadar konuşuyoruz. 🙂 Bu bizde bir huy oldu artık, yapacak bişey yok. 🙂
Yarın diliyoruz ki güzel bir gün olur ve bu düşünce ile çadırımızın yolunu tutuyoruz…
2.Gün Güzergah Haritası;
2.Gün Yükselti Haritası;
Sevgilerimle…
Not: Km saatim takılı olmadığı için km bilgisi ve istatistiği veremiyorum.
Serkancan, hadi bekliyoruz devamini:)
fotolar çok hoş…gezide…bakalım 3.gün neler olmuş…
bu gruba nasıl katılabilriz