14 Haziran 2016
Turumuzun ikinci gününden herkese Merhaba,
Dün geceyi çok iyi geçirmedik. Neredeyse hiç uyumadık diyebilirim. Sabitleyemediğimiz çadırlarımızı rüzgarın sürekli olarak tokatlaması ve ayı korkusu uykusuz kalmamıza sebep oldu. Sabah erkenden kalkıp çadırlarımızı topladık. Kahvaltımızı, zirveye çıktıktan sonra yaparız dedik. Yol yapımında çalışanlar gelmeden yola çıkmak istiyoruz. Bu noktadan sonra yol trafiğe kapalı olduğu için izin vermezler korkusuyla kimsecikler gelmeden toparlanıp düşüyoruz yola.
Daha 100 metre bile gitmeden yolun ne denli kötü olduğunu görüyoruz. Öyle ki bisikleti sürmek mümkün değil. Bisikletlerimizi elimizde taşımaya başlıyoruz.
Bir viraj sonra bisiklet sürülebilir hale geliyor ve kıvrıla kıvrıla yükselmeye başlıyoruz. Yer yer yine taşlar, kayalar yola düşmüş ama yanlarından dikkatlice geçip devam ediyoruz.
Bölgenin isminin (Derebaşı) nereden geldiğini bu fotoğraftan anlayabilirsiniz. 😉
Ve yine bozuk zemin… Hadi alalım elimize ve devam edelim yolumuza usul usul. 🙂 Biz bu manzarada bile o kadar mutluyuz ki anlatamam. Hayalini kurduğumuz coğrafyada ve yoldayız.
Fatih abi rampalara meydan okuyor, %10-%15’ler vız gelir, tırıs gider. 🙂
Biraz bisiklet, biraz tabanvay devam ediyoruz. Her dönülen viraj bizi sürprizlerle karşılıyor. Pes etmek yok, biz bu yola başımızı koyduk. 😛
Bazı noktalarda eğimler de insafsız olabiliyor tabii. Bu arada, vadide olduğumuz için güneşi henüz göremedik. Bir an önce çıksın diye hızla yükselmeye devam ediyoruz. Ve bir süre sonra güneşi görünce içimiz ısınıyor.
Yükseldikçe aşağıda kalan manzaranın ne denli büyüleyici olduğunu görebiliyoruz. O nedenle daha da yükselmeye devam. En yukarıya kadar, en yukarı…
Gel de bu yolda bisiklet sür. Suç bizim değil ama, bu yolu bu hale getirenin. 🙂
Kamera arkasından önüne geçiyorum. Fatih’in ellerine sağlık olsun, nihayet bir fotoğrafım oldu.
Bir de selfielerde varım tabii. Bu yolda iki kahraman değiliz biz, katlanır bisikletlerimizle birlikte 4 kişiyiz. 🙂
Dön dön dön… Dönerek çıkmaya devam…
Bir viraj yukarıdan Fatih’e bakıyorum. Hadi hadi buraya gel, burası çok güzel. 🙂
Taşlar izin verdikçe pedal çeviriyoruz, onun dışında yürüyoruz.
Yol arkadaşlarımız her zeminde bize kendilerini kanıtlıyorlar. Tekerin döndüğü her noktada bisikletimi kullanıyorum. Bu zorlu yolda performansını tam anlamıyla ortaya çıkarmak istiyorum. Tabir yerindeyse bisikleti eziyorum. 🙂
Bu yolları sen aştın sevgili Dahon… 🙂
Daha ne kadar insafsız olabilir bir yol? Aşağıya kayan topraklar yolu berbat hale getirmiş.
Yol, dağın yamacında yılan gibi kıvrılıyor.
Fatih, Derebaşı’nın dereleri ve manzarayla bir bütün olmuş durumda. 🙂
Derebaşı virajlarının en güzel göründüğü noktadayız muhtemelen. Burada biraz mola vererek bu güzel manzarayı seyre dalıyoruz.
Birde bu açıdan bakmak lazım.
Artık virajların sonuna geldiğimizi görüyorum GPS’ten. Buradan sonra yine kıvrılan yollarda ilerleyeceğiz ama bu kadar keskin ve dik olmayacak. Ya da öyle düşünmek istiyoruz. 🙂
Yolun, Dünya’nın en tehlikeli yolu olduğunu bu görüntülerden daha iyi anlayabilirsiniz. Bir adım aşağısı uçurum.
Bu zaferi bir şekilde kutlamamız gerekirdi. Amacım ve hedefim bu noktada şampanya patlatmaktı ama gel gör ki Ramazan ayı olması sebebiyle bu olamadı. Sağlık olsun, belki başka sefere. 🙂
Bulunduğumuz noktadan aşağısı bu şekilde görünüyor.
Derebaşı virajları gerimizde kaldı ama tırmanış hala devam ediyor. Hatta buradan sonra daha çok yükseldiğimiz için kar manzaralarıyla karşılaşıyoruz. Haziran’da kar ve biz. Bizim için garip bir görüntü olduğu için ölümsüzleştirmeden edemiyoruz.
O kadar yükseldik ki artık ağaçlar yok oldu etrafta. Bozkır iklimi olan rakımlara çıktık.
Öyle bir yere geldik ki kar hala erimemiş, yolun büyük bir kısmı kar altında. Trafiğe kapalı yol olduğu için de temizlememişler.
Neyse ki bir bisiklet geçecek kadar yer var burada. Çamur olduğu için dikkatlice geçip öyle yolumuza devam edeceğiz.
Yolun trafiğe kapatılan noktasına nihayet ulaştık. Buradan sonra trafiğe açık yolda ilerleyeceğiz. Ama iki saatte bir ancak araç geçen bir yolda. 🙂 Çoook rahatız.
Bu noktada rakım artık 2000 metre üzerinde ve kar yüksekliği boyumuzdan epey yüksek.
Bahar aylarında olduğumuz için her yer yeşil ve bu bizim içimizi huzurla dolduruyor. Rakım yüksek olsa da hava sıcaklığı oldukça iyi.
Tırman tırman nereye kadar, göğe yükseldik artık. Atmosfere merhaba deyip inecek gibi çıkmaya devam ediyoruz. Hemde tüm performansımızla, bakınız Fatih, sprinte kalkmış… 🙂
Bayburt’a 40 km yolumuz kaldığını gösteriyor tabela ama biz Aydıntepe üzerinden gideceğimiz için bu tabelayı pek dikkate almıyoruz. Bizim daha fazla yolumuz var.
Bir süre daha bu manzarada pedallayacak gibiyiz.
Yukarıda bir yayla görüyoruz ama neresi olduğunu kestirmemiz biraz zor. Dumlu Yaylası… 😉
Yol iyice değişti artık. Kar manzaraları geride kaldı, ve ıssız coğrafyada pedallıyoruz.
Dağ başında bir çeşme, hemde buz gibi akıyor. Mataramı doldurup öyle devam ediyorum.
Bu noktada Fatih’le aramız biraz açılıyor. Ama biliyorum ki hemen arkamdan geliyor. O nedenle sıkıntı yok. Zirveye çıkıp gelmesini bekleyeceğim.
Soğanlı Geçidi zirvesine varıyorum ve orada çobanla muhabbet ederken Fatih geliyor. Artık inişe geçeceğiz. Buraya kadar güzel tırmandık. Dün yola çıktığımızdan beri tırmanıyoruz. Güzel bir inişi hak ettik. Ama öncesinde 2330 metrede karnımızı doyuracağız. Karşıda görünen terk edilmiş binanın yanına gidip kendimizi rüzgardan koruyarak yanımızda taşıdığımız erzaklarımızla karnımızı bir güzel doyuruyoruz.
Karnımız tok, sırtımız pek artık yola devam edebiliriz. Önümüzde uzanan keyifli bir iniş var. Yüklü bir katlanır bisikletle nasıl olacak merak içindeyim. Dikkatli bir şekilde inmemiz gerekiyor. Bakınız bu arada hala keyfimiz yerinde. 🙂
Kılıçkaya Yaylasından geçiyoruz. Daha yeni mola verdiğimiz için durmadan yolumuza devam ediyoruz.
Yolun zemini toprak ve virajlı olduğu için extra dikkatliyiz. Küçük bir hata bize ciddi sonuçlar doğurabilir. Keyfimiz kaçsın istemiyoruz.
Sürekli fren sıkarak inişe devam ediyoruz. Hızımız neredeyse çıkış hızımıza yakın. 🙂
Bayburt 30 Km diyor ama biraz önce bahsettiğim gibi bizim rotamız önce Aydıntepe.
Sal bisikleti rampadan aşağıya… 😉
Bir süre sonra nihayet asfalt yolla buluşuyoruz. Burada hızımız hemen artıyor. Yolun ve manzarının keyfini sürüyoruz.
Artık yol hızla altımızdan akıp geçiyor. Herşeyim Bayburt. 😛
Kavak ağaçları yolun kenarında uzun uzadıya muhteşem görünüyorlar.
Eee bir de bizi eklersen bu manzaraya tadından yenmez. 🙂 Öyle değil mi ama?
Biraz daha bu manzaralı yolda ilerledikten sonra Aydıntepe kavşağından sapıyoruz. Bu noktadan sonra tırmanış başlıyor tabii. O kadar inişten sonra burası bize oldukça zor geliyor. Ama olsun, biz yine üstesinden geliriz.
Fatih’in arkasında uzanan karlı dağlardan geldik buralara kadar. Şimdi tekrar geri git deseler gider miyiz? Cevabı şuan için bilemiyorum. 🙂
Aydıntepe’ye ulaştık sayılır. İlçe girişinde Fatih’in gelişini görüyorsunuz.
3100 kişinin yaşadığı Bayburt’un iki ilçesinden birisi olan Aydıntepe’ye geldik. İlçe merkezi biraz daha ileride. Kısa bir moladan sonra devam ediyoruz.
Aydıntepe’ye ulaşınca tabelalarda yazan ve bizde merak uyandıran yeraltı şehrini ziyaret etmek istiyoruz. Girişe geliyoruz ama hiç kimsecikler yok. Biraz bekledikten sonra bir amca geliyor, giriş ücretini ödeyince kısa bir bilgilendirme yapıyor ve gezmeye başlıyoruz. Oldukça uzun ve labirent gibi bir yer, fazla karıştırıp kaybolmamak için gezimizi kısa tutup çıkıyoruz.
Aydıntepe’yi geride bırakıp Bayburt’a doğru yola çıkıyoruz. Buradan sonra 23 km yolumuz kalmış. Dün geceki uykusuzluğun da etkisiyle bir an önce Bayburt’a ulaşmak istiyoruz.
23 km boyunca göreceğiniz bir manzara yok. Tamamen bozkır bir iklime sahip bu bölgeler. O nedenle bu arada hiç fotoğraf bile çekmemişim. Bayburt’a doğru bir kaç tane kısa tırmanış yapıyoruz ve bunlar bizi iyice bitiriyor. Artık önceliğimiz varmak oluyor.
Bayburt’un şehir manzarasını sevdim. İl merkezinde Çoruh nehri ve üzerinde muhteşem bir kale manzarası.
Tarihi Bayburt saat kulesi. Tam şehrin merkezinde yer alıyor. Arkada görünen yer ise Bayburt Kalesinin surları.
Dün gecenin uykusuzluğu ve günün yorgunluğuyla burada otele yerleşiyoruz. Duşumuzu alıp biraz dinleniyoruz. Ardından buralı arkadaşımız Çetin ile irtibat kuruyoruz. Saat 17.00 gibi şehir merkezinde buluşup gezmeye başlıyoruz. Yorgunuz ama buraya kadar gelmişken kaleyi görmeden gitmek olmaz diyerek Çetin bizi kaleye çıkartıyor. Buradan Bayburt manzarası o kadar güzel ki anlatamam.
Tam ortasından nehir geçen bir şehir. Şehre can katıyor adeta.
Kaleden Bayburt manzarası. Burada ilk aklıma gelen, De get Bayburt türküsü oluyor. Hem de Kemal Sunal’dan. 🙂
Kale gezimizin ardından şehre geri iniyoruz ve Çoruh nehri kenarında oturup Çetin’le muhabbet ediyoruz. Geçirdiğimiz güzel dakikalardan sonra Çetin’den ayrılıp odamıza geri dönüyoruz. Akşam yemeği yani iftar saatine kadar odamızda vakit geçiriyoruz.
Akşam yemeğimizin ardından çay, kahve içip tatlı yedikten sonra odamıza dönüp dinlenmeye çekiliyoruz. Yarın hava yağışlı görünüyor. Ne yapacağız, nasıl bir yol izleyeceğiz herhangi bir fikrimiz yok. Sabah olunca buna karar vereceğiz.
Derebaşı Virajları -Aydıntepe – Bayburt Güzergâh ve Yükselti Haritası:
Saygılarımla…
Elinize ayağınıza sağlık güzel fotoğraflar ve anlatım. Dönünce ülkede pedallanacak güzel bir nokta
Çok zor bir süreci kolaymış gibi anlatma iyimserliğinize hayran kaldım,müthişsiniz;imrendim.
Çok zor bir etabı geçmişsiniz tebrikler.