Muğla’da Gökova Pedallarımın Altında Bisiklet Buluşmasının ardından Denizli’ye geçtim. Yıllarca Muğla’da kalmama rağmen yanı başımızda ki Denizli’yi gezme şansım hiç olmamıştı. Pamukkale’yi hep fotoğraflarda görürdüm. Bu fırsatı bulmuşken hem Denizli Bisiklet Platformundaki arkadaşlarımız ile tanışıp pedallamak, hem de Denizli’yi keşfetmek güzel olacaktı. Muğla’da hava kapalı olduğu için Denizli’ye otobüs ile geçiyorum. Otogarda indikten sonra İsmail Abiyi (İsmail AKMAN) arıyorum ama henüz işte olduğu için gelemiyor. Bende vakit geçirmek için Denizli şehir merkezinde turluyorum. Ardında Hüseyin Abi (Hüseyin Türkyılmaz) arıyor ve belediye ye çalıştığı ofise gidiyorum. Birlikte çaylarımızı yudumlarken muhabbet ediyoruz. Çok geçmeden Cahide Abla ve İsmail Abi geliyor. Birlikte eve doğru gidiyoruz. Güzel bir akşam yemeğinin ardından yarın çıkacağımız tura hazırlık yapıyoruz. Plan program çoktan yapılmış. Benim için büyük bir sürpriz…
3 Kasım 2007
Sabahın erken saatinde evden çıkıyoruz. Buluşma noktasına geldiğimizde Alper bizi bekliyordu. Diğer arkadaşlar toplanana kadar bekleyişteyiz. Bekleme sırasında Mikail’in bisikletinin lastiğine hava basıyoruz. Herkes tamamlandıktan sonra kahvaltı için yola çıkıyoruz.
İsmail Abi, Cahide Abla, Gökhan, Mikail, Alper ve ben olmak üzere 6 kişiyiz.
Kahvaltı için belirlenen yere gittiğimizde in-cin top oynuyordu. Mikail aç karnına pedala yüklendiği için biraz fenalaştı ama kısa sürede kendini topladı. Ardından kahvaltı için yer aramaya çıktık. Nihayetinde güzel bir cafe bulup oturduk. Eşsiz bir kahvaltıın ardından bikaç bardak çay içtikten sonra yola koyulma vakti geldi.
İlk durağımız Denizli Kent Ormanı. Süper bir yeşillik alan. Oksijenleri içimize çeke çeke bisiklet sürdük. Şansımızdan hava güneşli. Denizli’yi seyretmek için yukarılara kadar çıkıyoruz. Veee Denizli ayaklarımızın altında.
Alper, Gökhan ve İsmail Abim karşınızda, arkada ise DENİZLİ…
Aynı fonda Gökhan, ben ve İsmail Abim…
Denizli Kent Ormanında MTB için çok güzel parkurlar var. Buradan aşağı o parkurlardan iniyoruz. Alper önde ben arkasında aşağıya doğru iniyoruz. Çok eğlenceli. Ama tabi Alper yolu bildiği için nerede yavaşlayacağını nerede hızlanacağını biliyordu. Bende ona yetişicem diye yükleniyorum pedala. Öyle bir yere denk geldik ki hafif çıkıntılı bir yere çok süratli girdim ve amortisörüm sona kadar vurdu. Neredeyse bisikletim ters dönecekti. Bisikletin üzerinde ne var ne yok savruldu. Bir tek ben kaldım bisikletin üzerinde. Durdurana kadar akla karayı seçtim tabi… Kent ormanından ayrılarak Pamukkale’ye doğru pedallamaya başlıyoruz. Kalabalık ve dar bir yolda ilerliyoruz. Araçlar sürekli korna çalarak bizleri rahatsız ediyorlar.
Pamukkale’ye az bir yolumuz kaldı. Biraz durup soluklanıyoruz. Çay ve Soda-Ayran içiyoruz. Sıcak iyice yüzünü gösteriyor, tabi bu arada çok eğleniyoruz. Ben genelde yalnız pedalladığım için grup ile pedallamanın zevkini tadıyorum.
Pamukkale Travertenlerden önce Hierapolis Antik şehrini geziyoruz. Hierapolis Antik şehrine giderken İsmail Abi önce arkasına sıralandık ilerliyoruz. Hafif rampalı yol bizi biraz yoruyor.
Hierapolis antik şehrine girmek için İsmail Abimler özel izin alıyorlar. Bisiklet ile girmek normal şartlarda yasak. Girişte biraz sorun yaşasakta sonunda içeriye giriyoruz. Hierapolis kalıntıları arasında pedallıyoruz. Burada İsmail Abimin fotoğraf makinesi bozuluyor. Çok üzülüyoruz.
Hierapolis şehrinin en büyük amfisindeyiz. Mikail, ben ve Cahide Ablam simetrik bir poz veriyoruz.
Göründüğü gibi amfi çok büyük. Hafta sonu olması dolayısı ile çok ziyaretçisi var. Burada inanç turizminin de yapıldığını eklemek lazım.
Cahide Ablam güneşten korunmak için kaskı kafasından çıkarmıyor. Kaskın bir çok işlem için kullanıldığını da hatırlatalım.
Amfi tiyatro bugüne kadar yine çok iyi korunmuş. Bunu gözlemleyebiliyoruz. Hala restore ediliyor. Bir bölümden sonrasına geçmek yasak.
Hierapolis Antik şehri içinde termal havuzlar. Su sıcaklığı ortalama 30 derece civarında. Burada termal turizminin de yoğun olduğunu görüyorum. Havuzun içerisinde antik şehir kalıntıları var. Çok güzel bir görüntüsü var buranın. Gökhan, İsmail Abim, ben ve Mikail objektife poz veriyoruz bu güzel diyarda.
Dünyanın en güzel çifti… Cahide Ablam ve İsmail Abim… Allah nazardan saklasın…
Hierapolis Antik şehrinde ki müzeleri geziyoruz. Tarihi aynadan tutunda, taştan çekice kadar hepsini bu müzede görmek mümkün. Hayretler içerisinde geziyoruz müzeyi.
Hierapolis Antik şehrini gezdikten sonra Pamukkale Travertenlerine geliyoruz. Ama hayal kırıklığı yaşıyorum. Fotoğraflarda gördüğüm Pamukkale’den eser yok. Sular çekilmiş, beyaz travertenler kararmaya başlamış. Termal su burada da çıkıyor. Ayakkabılarımızı çıkarıyoruz ve sıcak suyun içinde dolaşıyoruz.
Pamukkale Travertenleri va ben… Şifa niyetine dolaşıyorum çıplak ayaklarımla…
Gün yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Sulak gördüğüm travertenlerden birkaç fotoğraf alıyorum. Ardından sandviçlerimizi yemek için uygun yer araştırıyoruz.
Pamukkale’de son bir hatıra fotoğrafı. Tam takım kameranın önündeyiz. Yemek yemek için uygun bir yer ararken Mikail’in bisikletinin zinciri kopuyor. Gruptaki herkes ilk defa zincir tamir edeceğinden uzun bir zaman uğraşıyoruz. Zinciri hallettikten sonra Karahayıt’ın yolunu tutuyoruz. Kalacağımız otele gidiyoruz. Hierapolis Termal Otel’e yerleşiyoruz. Akşam yemeğinden sonra termal havuzlara ve saunaya gireceğiz. Eee buraya kadar gelip de termal havuzlara girmeden gitmek olmaz demiş İsmail Abimler sağolsunlar.
Akşam yemeği saatine kadar Karahayıt Belediyesinde dolaşıyoruz. Her yerde Nar Suyu satılıyor. Gökhan dayanamayıp yarım litrelik pet şişe ile alıyor ve bizlerde tatmış oluyoruz. En çok ilgimi ise Japon turistler çekiyor. Pamukkale’ye en yoğun gelen turistler hep Japonlar. Enfes bir akşam yemeğinden sonra Termal Havuz ve sauna keyfine geçiş yapıyoruz. O kadar sıcak ki yavaş yavaş vücudu alıştırarak giriyoruz suya. Yaklaşık 2 saat süren havuz keyfinden sonra odalarımıza çıkıyoruz. O kadar rahatlamışım ki sanki kuş gibiyim. Sabaha kadar deliksiz bir uyku çekiyorum.
4 Kasım 2007
Sabah erken kalkıyoruz yine. İlk durağımız Karahayıt Belediyesinde ki Kırmızı Su dedikleri yer. Yerden kükürt kaynadığı için heryeri kırmızıya boyamış. Ve sıcak olduğu için soğuk havada buharları çıkıyor. Buna benzer Erzincan’da da kükürtlü havuzlar var.
Kırmızı Su’da toplu bir fotoğraf çekiliyoruz. İkinci gün bize Mehmet Ali’de katılıyor. Toplam 7 kişi oluyoruz. Soldan Sağa; Mehmet Ali, İsmail Abi, Gökhan, Ben, Alper, Cahide Abla ve Mikail…
Bugün Kırmızı Su’dan sonraki hedefimiz ise Leodikya Antik şehri. Fazla zaman kaybetmeden Leodikya’ya doğru yola koyuluyoruz.
Leodikya Denizli’nin eski yerleşim yeri. Çok büyük bir antik şehir. Futbol Sahası ve iki adet amfi tiyatrosu var. Burada havada uçan iki yırtıcı kuş dikkatimizi çekiyor ve kuş gözlemi de yapmış oluyoruz. Aşağıda ise Sütunlar dizilmiş bir yoldan yürüyoruz…
Leodikya Antik Şehrinde ki son fotoğraf… Buradan sonra At çifliklerine doğru pedallıyoruz. Tam ters yöne doğru…
Kestirme bir yoldan Denizli merkeze doğru geçiyoruz. Yol çok güzel bir patika. Patika yolda yavaş yavaş birbirimiz ile arayı fazla açmadan ilerliyoruz. Ardından iyi bir yokuş ile At Çiftliğine çıkıyoruz. İsmail Abimin diz ağrılarından dolayı ben her ne kadar gerek yok desem de sağolsun İsmail abim ağrılara dayandı ve At çiftliğine ulaştık. At çiftliğinde atları seyre dalarak çaylarımızı yudumladık…
At çiftliğinin ardından yine patika bir yoldan eve doğru koyulduk. Kapı önünde ayrılma vakti geldi. Diğer arkadaşlar ile vedalaşarak ayrıldık. Benim için unutulmayacak iki gün burada son buldu…
TEŞEKKÜR;
Denizli’de beni evinde misafir eden İsmail AKMAN ve Cahide AKMAN’a, Bu turu organize eden ve katılan Gökhan, Alper, Mikail ve Mehmet Ali’ye sonsuz teşekkürlerimi borç bilirim.
Geri izleme:Muğla’dan Denizli’ye Bisiklet Turu