19 Ağustos 2012
Gün doğmadan neler doğar neler. 🙂 Bunlardan birisi de bisikletçiler oluyor sanırım. Henüz gün doğmadan çalıyor telefonun alarmı. Ama yine her zamanki gibi üç beş defa ertelemeden uyanamıyorum. Sonra yolun bana sunacaklarını düşünerek heyecanla uyanıyorum. Petrollerde çadır kurmanın bir çok avantajı var. Bende o avantajları kullanıyorum ve elimi yüzümü güzelce yıkayıp tuvalet ihtiyacımı gideriyorum. 🙂 Tabii bir de daima sıcak çay olduğunu unutmamak gerek.
Veee bir ayrıntı daha. Bugün bayram arkadaşlar… Ramazan (şeker) bayramının birinci günü. Herkes bayram telaşında ben ise yolumun derdinde. 🙂 Vakit biraz ilerlesin büyüklerimi arar bayramlarını kutlarım. 🙂
Şarkikaraağaç ilçesinin girişindeki petrole kurduğum kampımı toplayıp, yola çıkmak üzere hazırlanıyorum. Kahvaltımın ardından ilçe merkezine doğru hareket ediyorum. Bu sırada ilk bayramlaşmayı, önüme çıkıp beni durduran baba ve çocukları ile yapıyorum.
Şarkikaraağaç ilçesine daha öncede gelmiştim, o nedenle pek yabancısı sayılmam. Merkezinden geçerken birkaç kare fotoğraf çekiyorum ve yoluma devam ediyorum.
Şarkikaraağaç’ı artık geride bırakıyorum ve yeni yerler görmek adına çeviriyorum pedalımı. Daha önce çalıştığım dönemlerde de böyle bayram günlerinde uzun izin süresi olduğu için turlara çıkıyordum. O nedenle ilk defa bir bayramda yollarda olmanın acemiliğini yaşamıyorum. Önüme çıkan herkese el sallayarak bayramlarını kutluyorum. Tabii yerleşim yerinin olmadığı yerlerde ise tek başınalığın zorluğunu yaşıyorum.
Beyşehir yönüne doğru, güneye çeviriyorum pedalımı. Aklımda Konya’nın Hüyük ilçesi var, bir kaç kilometre sonra kavşak çıkacak karşıma ve ben oradan sola döneceğim. Ana yoldan ayrılıp tali yola gireceğim. Bayram sabahında yollar epey sakin, tek tük araç anca geçiyor.
Konya’nın bozkır iklimi ile pedal çeviriyorum. Buralar, geldiğim yerlerin manzarasına göre biraz farklı. Ama ben her türlüsünü seviyorum. Doğa demek yeşil demek değil sonuçta. Doğa, üzerinde canlı yaşayan her bir yer benim için…
Konya il sınırlarına girdikten bir süre sonra Hüyük kavşağına varıyorum. Buradaki çeşmeden suyumu dolduruyor ve daha dar ve sakin yola dönüyorum. Burada çok mutlu bir şekilde pedal çeviriyorum. Çavuş kasabasının yanından transit geçerek devam ediyorum.
Karşımda Beyşehir Gölünün güzel manzarası uzanıyor. Arkada da Dedegöl Dağlarının muhteşem silueti…
Bu güzel yolda 9-10 km kadar geldikten sonra tekrar bir Hüyük kavşağına geliyorum ve ilçe merkezini görmek için yine dönüyorum. Ama bu defa karşımda bir tabela beliriyor. Özet ile “Yol yapım çalışması nedeniyle Hüyük – Doğanhisar yolu trafiğe kapalıymış.” Hayda diyorum ve gitmek istediğim yolun kapalı olmasına üzülüyorum. İlçe merkezine gidelim bakalım, belki bisiklet gidebilir diye kendimi teselli ediyorum.
Buradan merkeze 2 km yol var…
Hüyük’e giriş yapıyorum ve bir an önce merkeze gidip yolun durumunu öğrenmek istiyorum. Şu an ondan başka hiç bir şey geçmiyor kafamdan. 🙂
Hüyük’e geliyorum ve İlçe Emniyet Amirliğini görüyorum yolumun üzerinde. Burada kesin nöbetçi polisler vardır diyerek bisikletimi park ettiğim gibi dalıyorum içeriye. Burada bulunan üç polis ile bayramlaşıyorum önce. Biraz da muhabbet ediyoruz, tabii her zamanki gibi nereden gelir nereye giderim? 🙂
Bu bitmek bilmeyen muhabbetin sonunda yol durumunu soruyorum. – Girişteki tabelada yolun trafiğe kapalı olduğu yazıyor, ben geçebilir miyim acaba? Polis arkadaşlar tabii tabii bisiklet ile gidebilirsiniz deyince derin bir ohh çekiyorum ve gevşiyorum. 🙂 İkram edilen çikolatadan bir iki tane daha yiyorum bu rahatlamanın üstüne. 🙂
Daha fazla vakit kaybetmeden izin istiyorum ve ayrılıyorum. Tabii daha Hüyük’ü gezeceğim. Buraya kadar gelmişim, görmem lazım. Bir kahvenin önünden geçerken durdurulup, çay içmeye davet ediliyorum. Çay var, hiç kaçırır mıyım? 🙂 Bu sırada yaklaşık 10-15 kişi ile bayramlaşıp öyle oturuyorum sandalyeye ve çayım hemen geliyor. Hüyük, küçük bir ilçe olduğu için ilçenin ileri gelenleri de, gurbetten gelenleri de burada toplanmış hep birlikte bayramlaşıyorlar. Ben ve beni davet edenler ise biraz daha o gruptan uzağız. İki bardak çayımı içerken epey muhabbet ediyoruz. Daha günün ilk dakikaları ve ilk kilometreleri olduğu için bütün soruları sabır ile cevaplıyorum. 🙂
Bu kadar oyalanma yeter, artık yol zamanı. Bir marketten meyve suyu alıp, suluk bölmesine koyuyorum. Doğanhisar’a kadar ne olur, ne biter tedarikli olayım. Hüyük’ün sokaklarından geçerek yola çıkıyorum, ama birkaç km sonra duruyorum ve anne-baba başta olmak üzere büyüklerin bayramını kutlamak için sarılıyorum telefonuma. Yarım saat kadar oyalandıktan sonra tekrar yola dönüyorum.
Karayolları haritasına göre şuan önümde bir geçit olmalı. Bu geçit ise 1620 metre yükseklikte bulunan Kayabeli Geçidi. Bir süre daha düz gittikten sonra yavaştan tırmanmaya başlıyorum. Tırmandıkça aşağıdaki manzara güzelleşiyor tabii.
Ufukta Beyşehir Gölü hala seçilebiliyor. Havanın sıcaklığı henüz hissedilebilir değil, o nedenle rahat tırmanıyorum.
Döne döne çıkışa devam… 🙂
Yılan misali kıvrılarak çıkan yol, bir süre sonra kuyruğunu görecek seviyeye geliyor. Durup biraz soluklanırken bu manzarayı seyretmek bana güç veriyor bir anlamda. Vay be, ne kadar da tırmanmışım. 🙂
Bugün yine rüzgar var ve rakım yükseldikçe şiddeti biraz daha artıyor sanki.
Yine Beyşehir Gölünü görebiliyorum, böylesine güzel manzaralarda kilometrelerce tırmanış yapabilirim. 🙂
Saat 11.45 ve ben Kayabeli Geçidinin zirvesine ulaştım. Müthiş rüzgar var, bisikletimi dayadığım yerden düşürecek neredeyse. Fotoğraf çekip yola devam edeceğim, yoksa rüzgar beni çarpacak. 🙂
Çıktığım kadar sert bir iniş beklesem de öyle olmuyor ve rüzgar karşımda yavaş yavaş inişe geçiyorum. O kadar çıktım, keyifle de inerim diye düşünmüştüm oysa ki. 🙂 İniş esnasında bir baraj gölünün yanından geçiyorum ve yoluma devam ediyorum.
Deştiğin Beldesinin girişinde çalan telefonum nedeni ile duruyorum. Yine yollardan bir arkadaş telefonun diğer ucunda. Kayseri’den İzmir’e gitmek için yola çıkmış ve şu an Sultanhanı’ndaymış. Bahsettiği yer, Aksaray – Konya yolu üzerinde bulunan bir yer. Buradan Isparta ve Denizli’ye, oradan da Muğla’ya ve en son olarak İzmir’e devam edecekmiş. Rota hakkında kısa bir bilgi veriyorum ve bende bu sıralar bu bölgelerde olduğumu söylüyorum. Ama plan ve programa bakılırsa yolumuz pek kesişmeyecek. 🙂
Deştiğin’ de mola vermiyorum,transit yola devam ediyorum. Beldenin çıkışında, Hüyük girişindeki tabelada belirtilen yol yapım çalışması çıkıyor karşıma. Araç trafiğine kapalı levha var ama sanki birileri tabelayı yana kaydırıp yola girmiş gibi. Bir süre böyle devam edince ve karşıdan araçların geldiğini görünce sorunsuzca gidebileceğimi öğrenmiş oldum. Tabii ayrı bir sorun var. 🙂 Araçlar bozuk yolda hızla geçince beni toza dumana buluyorlar. Bazı noktalarda araca bile gerek kalmıyor ve bisikletimin kaldırdığı toz bile beni kirletmeye yetiyor.
Bu bozuk yol bir süre sonra bitiyor ve yine asfalt yola çıkıyorum. Ama ayaklarım çoğunlukta olmak üzere üstüm başım toz toprak içinde. Önüme çıkan ilk köy olan Kemer’e varınca, çeşme başında duruyor, ayakkabılarımı filan çıkartıp çeşmede ellerimi, ayaklarımı, yüzümü yıkıyorum. Az da olsa kendime geldim ve kendimi daha iyi hissediyorum şu an. 🙂
Bu sırada köyde biraz da mola vermiş oldum. Ayrılmadan önce de iki kare fotoğraf çekiyorum ve sonra yola kaldığım yerden devam ediyorum.
Aman Allah’ım o da ne? 🙂 Kemer köyünü çıkar çıkmaz yine toz toprak içine giriyorum. Oysa ki daha yeni yıkamıştım ayaklarımı.. 🙂 Neyse ki bu defa geldiğim kadar kötü olmuyorum ve yavaş yavaş hareket ediyorum. Sonra tekrar asfalta kavuşuyorum ve Doğanhisar’a doğru güzel bir iniş beni bekliyor. İlçenin bir kısmını yukarıdan izleyebiliyorum, diğer kısmı ise sağ tarafta kalıyor.
Trafiği az ve daracık yolda çok mutluyum. 🙂 Mutluluğumun bir diğer sebebi de, bu ilçeyi ilk kez görecek olmam. Sabırsızlanıyorum, bir an önce buraya varmak için, bırakıyorum bisikletimi rampadan aşağıya…
Saat bir gibi giriş yapıyorum bu küçük ilçeye. Karnım acıktı ve yiyecek birşeyler bulmalıyım. En ekonomik şekilde karnımı doyurmalıyım. O nedenle yine burada da oyalanmadan merkeze doğru devam ediyorum.
İlçe ilk girişten çok egzotik görünüyor. 🙂 İç kısımlar nasıldır acaba diyerek daha bir merakla devam ediyorum.
Merkeze kadar gelince girişteki görüntüden iz kalmadığını görüyorum. Burası da ülkemin herhangi bir ilçesi gibi, çok fark yok. Bayram olduğu için biraz kalabalık. Her bir köşeden hellolar duyuyorum. Üzerimde Colombia’nın forması olduğu için yanıma gelen küçük çocuk Türkçe konuştuğumu duyunca “Abi ben seni Colombialı sanmıştım” diyor. 🙂
İlçede bir iki tur attıktan sonra bir markete giriyorum ve yemeklik birşeyler bakıyorum. Ton Balığı, meyve suyu ve ekmek bana yeter. Hem bütçeyi fazla zorlamamam gerekiyor. Günlük 10 TL ortalamamın biraz üstündeyim, o nedenle düşürsem iyi olacak. 🙂
Doğanhisar’dan çıkıp Konya’nın bir diğer küçük ilçesi Derbent’e doğru çeviriyorum gidonumu. İlçeden biraz uzaklaştıktan sonra karnımı doyurmak için uygun yer bakıyorum. Bir kaç km gittikten sonra yol kenarında gördüğüm çeşmenin yanında duruyorum. Ne kadar şanssızım ki çeşme akmıyor. Ama olsun su ile işim yok nasıl olsa. Bisikletimi park edip aldıklarım ile birlikte bir ağacın gölgesine oturuyorum. Kuruyorum Halil İbrahim Soframı. 🙂 Karnım doyuyorsa yediğim şeyin çokta önemi yok şu an. Öncelikli hedef, az para ile mutlu bir şekilde çok yer gezmek, görmek. Bunu da başarıyor sayılırım. 🙂
Karnım doydu, artık yola geri dönmeliyim. Atlıyorum bisikletime ve düşüyorum yola. Biraz gittikten sonra yanımda Jandarmanın aracı beliriyor. Dar yolda birlikte aynı hızda gidiyoruz ve komutan arkadaş bana camdan laf yetiştirmeye çalışıyor. Karşıdan araç gelince biraz ilerliyor ve bu defa aracı durduruyor. Otomatik olarak beni de durduruyor ve hemen küçük sorgu başlıyor. Nereden gelir, nereye giderim. 🙂 Nasıl gelir, nasıl giderim? Aklım yok mu benim? 🙂 Bu gibi sorular işte bilirsiniz, her defasında sizlere bunlardan bahsetmek istemiyorum. Siz bile okurken sıkılırsınız, varın beni düşünün. 🙂 Komutan arkadaşa beni daha fazla oyalamamasını kibar bir dille söylüyorum. Daha fazla merak ettikleri için kartvizitimi vererek yoluma devam ediyorum. 🙂
Yine bir baraj gölünün yanından geçerek Başköy’e varıyorum. Burası büyük bir yer ve daha girişte başlıyorlar “hello” demeye. Hello ile kalsa sorun yok ama, arkadaşlar abartıp “hello money, hello money”, sonrasında ise “gel gel, para getir” diye devam ediyorlar. Yaşını başını almış adamlar, hiç utanma da yok arkadaş. Ben Türkçe olarak bu cevapları veriyorum ama daha da seviyesizleşiyorlar. Tabii hiç durmadan devam ederken bu şekilde konuşuyorum. Tam köşeyi döndüğümde, kahveden amcalar beni çağırıyorlar. Söylendiğimi görünce, ne olup bittiğini soruyorlar. Bende olayı tüm çıplaklığı ile anlatıyorum. Bu kadar terbiyesizlik mi olur diye amcalara diğer adamları şikayet ediyorum. 🙂 Bu arada iki bardak çay içiyorum tabii. Amcalar sağ olsunlar beni sakinleştiriyorlar. Artık yola devam etme zamanı…
Başköy geride kalıyor ve tırmanış ile devam ediyorum yoluma. 5 km sonra Balkı kasabasına varıyorum. Burada yol ikiye ayrılıyor. Ilgın ve Derbent… Seçeneğim Derbent olacak ve Konya’ya bir adım daha yaklaşacağım. Bayramın 3. günü Erzincan’dan Kaan Kadir gelecek ve tura birlikte devam edeceğiz. O nedenle benim yarın Konya’ya varmış olmam gerekiyor. Bu şartlarda herhangi bir sıkıntı yok ve her şekilde rahatlıkla varabilirim.
Aşağıdaki fotoğrafı sizlerle paylaştığım için öncelikle özür dilerim ama paylaşmazsam sanki bir şeyler de eksik kalacakmış gibi hissettim. Araçlar mı çarpmış, avcı arkadaşlar mı öldürmüş bilemedim. Yol kenarında öyle kocaman bir şekilde uzanmış olması biraz korkutucuydu. İtiraf etmeliyim ki bu manzaradan sonra biraz daha temkinli pedal çevirdim. Yolun trafiği az, sakin ve rampalı olması da bunun için bir etken tabi. 🙂
Hafiften tırmanış devam ederken mola için yol kenarında meyve sebze satan yerde duruyorum. Organik çilek en önemli ürünü tezgahın. Bayram kutlamasından sonra muhabbet ediyoruz biraz. Çileklerin olduğu tarlayı gösteriyor bana ve git orada biraz ye diyor amca. 🙂 Ben de memnuniyetle diyerek tarlaya koşuyorum. Taze mi taze, leziz mi leziz çilekten yiyorum bir avuç kadar. Bu mevsimde çilek bulmak normalde kolay değil. Tabii bunu amcaya soruyorum, nasıl oluyor da bu zamana kadar kalabilir çilek? Dallarını kesip, kısa bir bakımdan sonra ikinci defa vermesi sağlanıyormuş.
Molanın ardından yine yoldayım. Aşağıçiğil kasabasına kadar durmadan devam ediyorum. Oraya ulaşınca bir markette duruyorum ve bir soda içip sonra tekrar devam ediyorum yola. Derbent’e 16 km yolum kaldı artık. Saat 4’ü geçti ve az yolum kaldı. Bugün Derbent’te kalmayı düşünüyorum. Konya’ya yarın giderim diye düşünüyorum. Bugün yetişmem de mümkün değil hem.
Yavaş yavaş tırmanıyorum, elbet inerim. 🙂
Beklediğim inişe çok geçmeden kavuşuyorum. Tabi çıkışlar kadar uzun sürmediği için bir çırpıda bitiyor ve inişlerde pek fotoğraf çekemiyorum. Derbent kavşağına geldim…
Buradan sonra ilçeye 9 km yolum kalmış. Kalmış kalmasına ama gel gör ki gidemiyorum. Karşımdan esen rüzgar saatte 10 km/h hızı geçmeme izin vermiyor. Günün yorgunluğu da üzerime çöktüğü için yol buradan sonra çekilmez bir hal alıyor. Şu 9 km boyunca kaç defa mola verdim bilmiyorum. Bir türlü bitmek bilmedi…
Saatim 17:15 ve Derbent giriş tabelası önündeyim. Tabi merkeze daha yolum var. Ama burada fotoğraf çekmek bana enerji katıyor ve merkeze varmış gibi hissediyorum. Bugün yolun bozuk olmasından dolayı otelde kalıp güzelce bir duş almak istiyorum. O nedenle merkeze gidip kalacak yer ayarlamalıyım.
İlçe girişindeki polis merkezine giriyorum ve yine ilk olarak polis arkadaşlarla bayramlaşıyorum. Sonra konaklama konusuna giriyorum. Bugün burada konaklamak istediğimi ve önerebilecekleri otel olup olmadığını soruyorum. Aldığım cevap komik tabii. 🙂 Burada kalacak yer bulamazsın arkadaşım diyorlar bana. Otel vb bulunmazmış Derbent’te. 🙂 Kalmak isteyenler ise burada değil de, 60 km ilerideki Konya’ya gidermiş. Bana sen de Konya’ya git, burada ne görecek yer, ne de kalacak yer var diyor. 🙂 Tabii benim altımdakinin bisiklet olduğunu bilmiyormuş gibi konuşuyor. Ya da biliyor ama gidilemeyeceğini anlayamıyor. 🙂
Polislerden umudumu kesip merkeze doğru devam ediyorum. Belediyenin karşısında bulunan kasap amca ile oturuyorum biraz. Belediyeye ait bir tane misafirhane varmış, ama o da faal değilmiş. Kalacak yer bulamadım, bir bardak çaydan sonra artık çadır kurmak için yer bakmaya başlayayım. İlçenin girişinde bir petrol istasyonu vardı, oraya geri dönmem gerekecek. Dönerken yine yol üzerinde bulunan Jandarma’ya gidip yine şansımı deniyorum. Çadır için o da petrolü öneriyor ve komutan arkadaş petrole bilgi veriyor. Ben de gidip, çalışan tek arkadaş ile tanışıyorum.
Nihayetinde petrole çadırımı kuruyorum ve istasyonda çalışan arkadaş ile muhabbet ederek çaylarımızı yudumluyoruz. Yemeğini de benimle paylaşıyor ve birlikte karnımızı doyuruyoruz. Akşam eşi dostu arıyorum ve hem bayram kutlaması, hem de muhabbet etmiş oluyorum. Yollarda her ne kadar tek başıma olsam da, yalnız olmadığımı görmek bana daha bir güç kuvvet veriyor. İyi ki varsınız dostlar… 😉
Gün Toplam Km: 114,15 | Ort. Hız: 16,9 | Max. Hız: 56,4 | Bisiklet Kullanma Süresi: 06:44:04
Tur Toplam Km: 1065,23
10.Gün Harita ve Yükselti Tablosu (Şarkikaraağaç – Derbent); Haritayı büyütmek için lütfen üzerine tıklayınız?
Sevgilerimle…
Seyahatinizin bu bölümü de enfesti. Hem maceralı, hem biraz korkutucu ve hem de komik yanları vardı. Özellikle ‘Derbent’i geç Konya’ya git orada kalacak yer bulursun’ önerisi iyiymiş :)) Sanırım Derbent bozkırın ortasında mahrumiyet bölgesi gibi bir yer. Sayenizde öğrenmiş olduk. Tabi siz çilesini ve yorgunluğunu çekerken, biz keyifle okuyarak öğreniyoruz..
Manzara fotoğrafları harika. Özellikle de Kayabeli Geçidi üzerinden görüntüler ve Beyşehir Gölü çevresindeki dağlar büyüleyici..
Bu arada, yollarda “geçmiş” bayramınızı kutlarım. Serinin devamını bekliyoruz..
Merhabalar Cevahir Bey,
Evet Derbent’i böyle görmek beni de şaşırttı. Konaklamak için hiç bir imkan yok. Her şeye rağmen mutlu olmak güzeldi ama. 🙂
Fotoğrafları beğenmenize ve takibinizi sürdürmenize çok mutlu oldum…
Sevgiler…
Ayağına, yüreğine sağlık usta… Blogu başından itibaren okumaya başladım 1-2 ay önce, ancak bitirebildim 🙂
Bu defa benim memleketin dibinden geçmişsin. 🙂 Ilgınlıyım, her ne kadar şimdi Bartın’da yaşıyor olsam da.. Takipteyim, turun kalanını bekliyorum sabırsızlıkla..
Bir gün yolun Bartın’a veya yakınlarına düşerse misafir etmek isterim, belki de bir süre birlikte pedallarız.
Merhabalar,
Bütün yazıları okumuş olmanıza sevindim. 🙂 Ilgın’dan 2009’da geçtik ama yol üzerinden görebildik. Vakit geçiremedik orada.
Bu nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Bir gün yolumuz mutlaka düşer…
Sevgilerimle…